Kültür Turizm Uzmanı ve Konservatör Latif Özen ile özel röportaj

Ankara Masası Kültür-Sanat Özel programımıza, Kültür Turizm Uzmanı ve Konservatör Latif Özen konuk oldu.
Zeliha Demirci
|
29 Ağustos 2020, Cumartesi - 17:50
Kültür Turizm Uzmanı ve Konservatör Latif Özen ile özel röportaj

Konservatör-Restoratörler Derneği kurucu üyesi, Kültür Turizm Uzmanı Latif Özen ile Türkiye'nin eserleri, eserlerin hikayeleri ve ülkemizdeki restorasyonlar hakkında eğitici bir röportaj gerçekleştirdik. Aynı zamanda kimya mühendisi olan Özen, Ankara'da restorasyona girecek eserlerden Augustus Tapınağı'na, Kral Midas'tan Karun Hazinelerine kadar birçok konuda görüşlerini paylaştı.

Keyifli okumalar...

-Ankara birçok medeniyete yuva olmuş bir şehir. Aynı zamanda başkent olmasının da vermiş olduğu etkiyle birçok esere sahip. Ankara'da ortaya çıkması beklenen yada restorasyona girecek eserler var mıdır?

-Dediğiniz gibi Ankara çok özel bir yer aslında Ankara tarihte üç kere başkent olmuş bir yer. Ankara’nın Polatlı ilçesinde bulunan Gordion, Friglerin başkenti. Galatya'nın ve Cumhuriyetimizin başkenti. Yani çok özel bir yer ve birçok uygarlığın  üst üste katman halde bulunduğu bir yer Ankara. Tabii birçok eser var. Yakın zamanda Cumhuriyet Dönemimizin anıtları, Ulusa Atatürk Anıtı ve Güvenpark Anıtı'nın restorasyon projeleri başlayacak.

-1927 yılında Ulus Atatürk Anıtı, Avusturyalı heykeltıraş tarafından yapılıp Ankara'ya taşınıyor. 1947 yılında Ulus'taki bir düzenlemede yeri değişiyor ve o zamandan beri çok ciddi bir restorasyon görmüyor.

Hatta çok küçük müdahaleler yapılıyor, bir çevre düzenlemesi yapılıyor ama şimdi ciddi sorunları var. Gerek metal kısmının korozyon olması altındaki andezit kaidenin bozulmaya uğraması ve birtakım statik problemleri ile beraber restorasyona ihtiyacı var. Ankara Büyükşehir Belediyesi konuyu ele aldı. Güvenpark anıtıyla birlikte her ikisinin de yakında restorasyonu başlayacak.

-Ankara'da ve Türkiye'de acil restorasyon ve konservasyon gerektiren önemli eserler var mıdır?

-Ankara’da ve Türkiye’de de var ama ben Ankara’da bulunan Augustus Mabedi’nden bahsetmek istiyorum. Agustus Tapınağı bütün arkeoloji kitaplarında yer alan çok önemli bir anıt. Gerek mimari, gerek tarihi gerekse arkeolojik açıdan. Milattan önceyi 25 yılında Augustus'un adına yapılıyor. Augustus Tapınağı yapılmadan önce orada bir Frik tapınağı da var, onun üstüne Augustus Tapınağı inşa ediliyor ve üzerine her iki dilde Latince ve Grekçe Augustus’tun vasiyeti ve yaptığı işleri yazıyor. İlerki yıllarda bu tapınak kiliseye çevriliyor. Daha sonra hemen yanına Hacı Bayram camisi yapılıyor.

Aslında o tepe tarih boyunca insanların ibadet ettiği bir tepe olarak kalmış. Tarihin bütün dönemlerinde Ankara'nın en aktif ibadet alanı. Fakat şimdi Augustus Tapınağı'nda çok bozulmalar var. Çok tehlike altında, duvarında eğiklik var. Onun için bir metal konstrüksiyon yapıldı ama her ziyaret ettiğimde duvardaki mermerin, yazıtların bozulup döküldüğünü görüyorum ve yerden topluyorum. Çok acilen burada bir restorasyon, konservasyon, hatta koruma projesi yapılması gerekiyor ki zaten şimdiki haliyle ziyarete kapalı durumda. Tüm tarih ve arkeoloji kitaplarında yeri olan bu tapınağı görmek için insanlar akın akın da gelecektir diye düşünüyorum.

-O zaman yeri gelmişken şunu da sormak istiyorum. Konservasyon ve restorasyon nedir ve neden önemlidir?
-Bir Keşmir atasözü şöyle söylüyor: “Biz bu dünya bize miras kalmadı. Biz onu çocuklarımızdan emanet aldık.” Yani bu topraklarda bize intikal eden şeyler aslında bizim birer emanetimizdir. Emre Kongar hocamız da şöyle derdi: “Biz mirasyedi bir toplumuz. Sakın buna miras demeyin.

Bunlar bizim bozulmadan olduğu gibi gelecek nesillere aktaracak bir emanetimizdir.” Zaten onlar sadece bize ait değil, bütün insanlığın ortak malı. Şimdi tabii restorasyon, konservasyon, bir de önleyici konservasyon, önleyici koruma diye bir kavram var. Bu da tıpkı önleyici hekimlik gibi bir şey. Yani insanlar hasta olmadan tedbir almakla gibi. Son yıllarda konservasyon öne çıkan bir konu oldu ve şimdi ülkemizde de restorasyon, konservasyon, bölge laboratuvarları bu konu üzerinde çalışıyor.

Aslında konservasyon, kültür varlıklarının bozulmalarına neden olan etkileri tespit ederek -tabii bunun içinde dökümantasyon var, analiz var, birtakım tetkik ve teşhisler var- en iyi koruma yöntemini bulmak ve uygulamak bir anlamda eserin ömrünü uzatmak. Restorasyon ise kültür varlıklarının özgün yapılarına bağlı kalarak, onları insanların anlayabileceği şekilde küçük müdahalelerle ve ayakta tutabilmek. Yani bu her ikisi de ne bir sanat ne de bir zanaat. Türkiye’de maalesef çok sanat gibi restorasyonlar da oluyor, bir tamir gibi zanaatçılık gibi restorasyonlar da oluyor.

Bu bizde neden yerleşmedi çünkü birtakım standartlarımız yok.  Bizim bir restorasyon enstitümüz yok.

-Son dönemde söz konusu olan Galata Kulesi'nin bir restorasyon çalışması var. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
-Hiltili bir görüntüleri gördük çok korkunç görüntüler. Yetkililer delinen yerin bir eklenti olduğunu, Galata kulesinin orijinal yeri olmadığını iddia ediyorlar. Onunla ilgili net bir bilgim yok ama başka hocaların da yıkılan yerin Galata Kulesi’nin orijinal yeri olduğuna dair iddiaları var. Uzmanı olmadığım için ben onu konuda yorum yapmak istemiyorum ama hilti ile orayı delmek yanlış bir şey.

-Anamur Kalesi'ne konulan pimapen, döşenen mermer gibi sürekli yanlış restorasyon çalışmaları söz konusu oluyor. Bu işin alfabesi nedir? Neden sürekli yanlış restorasyon yapılıyor?
-Restorasyon, konservasyon bir meslek dalı olarak kendi etik kuralları olan çok nadir mesleklerden biridir. Doktorların kendi etikleri vardır ya, tıpkı onun gibi restorasyon, konservasyon da kendi etik kuralları vardır. Geri dönüşümlü malzeme kullanacaksınız, tekrar edilebilir malzeme kullanacaksınız. Bu işi eğitimini almış, işin bilincinde olan kişiler bu kurallara uyuyor. Ama maalesef bir ayrım yok. Konservasyon uzmanı, tekniker, usta kimdir? Şimdi bir kargaşa var. Belki bu kargaşanın çözümü kurulacak bir enstitüyle, standartların ve kuralların belirlenmesi ile olabilecektir. Kısa bir zaman önce Restoratörler ve Konservatörler Derneği bu amaçla kuruldu. Umarım başarılı olacaktır. Uzmanların sesine kulak verip onların dinlenmesi gerek.

-Ankara'da hikayesi olan ya da bizim daha henüz bilmediğimiz, ortaya çıkmayı bekleyen sizin bildiğiniz eserler var mı?

-İlk aklıma gelen Gordion'daki Midas, onun üzerine çok efsaneler var. Frikler Makedonya'dan geldiklerinde kendi ölü gömme tekniklerini beraberinde getirdiler. Onların tümülüs yani mezar gelenekleri var. Tümülüsün içinde ahşap ve taştan bir mezar odası var. Üzerine yığma toprakla yapay tepeler oluşturuluyor. Polatlı Gordion’daki büyük tümülüs 1957 yılında Amerikalılar tarafından kazılıyor. Birçok metal kaplar bulunuyor.

Hatta bunların analizlerinden çoğunun malzemesinin, yüzde 60 kadarının pirinç olduğunu öğreniyoruz. Yani bakır, çinko alaşımı. Ama bir de Midas'ın altın dokunuşu var, dokunduğunu altına edermiş ama hiç altın çıkmadı. Bu pirinç kapların içinde birtakım yemek artıkları bulundu. 1957 yılında bunlar temizlendi. Kir olarak kabul edilip çoğu da heba edildi. Dediğim gibi bunu bir uzmanın yapması gerekirdi. Modern zamanda bir kirdir belki ama orada yemek artıkları veya bir kan lekesi artık arkeolojik bir kanıttır. Onu belki biz bugünkü teknolojimizle analiz edip bir sonuca, arkeolojik bir bulguya ulaşamayabiliriz ama 30 sene sonra gelişen tekniklerle ulaşabileceğiz. Bunu yok etmeden korumak işte konservatörün görevidir.

-O kazıdan çıkan yemeklerle beraber şunu öğrendik, Kral Midas öldüğünde ölüm ziyafeti veriliyor, yeniliyor, içiliyor ve hepsi yine mezar odasının içine konuyor. Çıkan yemekler temizlendi ama sağduyulu bir arkeolog bunların içindeki örnekleri alıyor, bir kenara koyuyor ve yıllar sonra analizleri yapılıyor.  Ve Midas’ın ölüm yemeğinde ne yenilip içildiyse hepsinin reçetesi çıkartılıyor. Artık her sene Metropolitan Müzesi'nde ve Pensilvanya Üniversitesi'nde Midas'ın ziyafeti kutlanıyor. Bu Gordion Müzesi'nde Polatlı'da da yapıldı. Mesela ballı bira reçetesi çıkarıldı Midas'ın dokunuşu diye. Amerika’da şu anda ticari bir hale geldi marketlerde satılıyor.

-Başka hangi yemeklere rastlanmış analizlerde?

-Mercimek, kuzu eti çıktı. Bunların hepsi artık internette mevcut.

-Müze gezmeyi bilmek çok önemli bir şey. Gittiğimiz her yerin aslında bir film olacak kadar geniş hikayeleri var. Belki de biz toplum olarak müze gezmeyi bilmiyoruz bu konuyla ilgili ne düşünüyorsunuz, bizlere önerileriniz nelerdir?

-Artık müzecilik çok gelişiyor. Yani her bir seksiyonun, vitrinin, her bir eserin arkasında bir hikaye var. Gordion’daki Midas'ın dokunuşu gibi veya Midas'ın ölüm yemeği gibi. Belki Midas'ın şeytan kulaklarını ve altın dokunuşu herkes biliyordu ama Midas’ın ölüm ziyafetini bilmiyordu. Bunlar müzecilik gelişince interaktif uygulamalarla yapılmaya başlandı. Bilgilendirme daha çok önem kazandı ama tabii daha çok kat edeceğimiz yollar var. Müzeler de yeni bir keşifte diyebilirim. Mesela Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ndeki Alacahöyük seksiyonunda demir bir hançer var. Milattan önce 3200’e tarihlendirilmiş ama o zamanlar biliyoruz ki Alacahöyük'te o tarihlerde demir bilinmiyordu.

Daha demiri üretemiyordu insanlar. Anadolu'da demir çağı milattan önce 1200 yılında başladı. Bunların analizi yapıldı ve o demirin meteor demiri yani yere ya da göğe ait olduğu ortaya çıkmakta. Hatta Tutankamon da hançeri var. O da aynı kimyasal kompozisyona sahip. Meteor demiri diyorum ama bunlar nikelli demir. Bunların birbirine coğrafyalarla bağlantıları var. Anadolu'dan Mısır'a ve Ortadoğu'ya yayılmış olma ihtimali de yüksek. Bu araştırmaların müzelerde, arka planda bilgilendirilmesi gerekir.

Karun Hazinesi'nin efsanesi

-Latif hocam son olarak Karun Hazinesi ile ilgili birçok efsane var. Bu efsanelerle ilgili bizi biraz aydınlatabilir misiniz?

Karun hazinesi hareketli bir hazine aslında çok yer gezmiş. Zaten Lidya Kralı Karun yani Krezüs hazinesini nereye gitsek yanında götürmüş. Batı Anadolu'da yaşamışlar. Yıllar sonra 1966 yılının 6. ayının 6. günü sabah saat 6’da Toptepe Tümülüsü’ne 6 kişi girmiş. 6 rakamına da şeytanın rakamı denildiği için bundan Karun'un laneti diye bahsedilir. Toptepe Tümülüsü’ne yani mezara giren 6 kişinin de başına bir sürü felaket gelmiş. Kimi kanser olmuş, kimi felç olmuş bazıları sefalete uğramış. Aralarında çok yaşamayanlar da var.

-Ben Denizatı’nı biliyorum…

Toptepe Tümülüsü'nden ve bazı tümülüslerden buluntular ortaya çıkarıldıktan sonra Amerika’ya Metropolitan Müzesi'ne satılmış. Burada uzun süre depoda kalmışlar. Daha sonra küçük bir bölümünü teşhire çıkartmışlar.

Gazeteci Özgen Acar bunu fark etmiş ve bunun Anadolu'ya ait olabileceğini düşünerek Türkiye'deki uzmanların dikkatini çekmiş. Gitmişler inceleme yapmışlar. Hakikaten Lidya eserleri olduğu ortaya çıkmış. Kanuni süreç başlatılmış ve süreç devam ederken yeni bir yer kazılmış. Amerika Metropolitan Müzesi'ne elindeki eserlere çok benzeyen, aynı nitelikte eserler bulunmuş ve hatta bunlar bir kanıt olarak da mahkemeye sunulmuş.

Mahkeme sonuçlanınca Amerika bunları bize geri vermiş. 1993 yılında Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne gelip sergilendikten sonra eski Uşak Müzesi’ne gönderilmiş. Denizatı Uşak Müzesi'ndeyken değiştirilmiş.

Kültür Turizm Uzmanı ve Konservatör Latif Özen ile gerçekleştirdiğimiz özel röportajımızı bir tıkla izleyebilirsiniz.

http://www.ankaramasasi.com/haber/119465/kultur-turizm-uzmani-ve-konservator-latif-ozen-ile-ozel-roportaj
İlginizi Çekebilir

Yorumlar (0)

Yorumunuz İletilmiştir.