Anadolu’nun manevi mimarları: Ahmed-i Hânî Hazretleri

Müslümanların her yıl heyecanla beklediği Ramazan Ayı’nın yaklaşmasıyla birlikte, İslam alimlerinin hayatlarını Ankara Masası mercek altına alıyor. Yaklaşık 2 ay sürecek yazı dizisinin on yedinci bölümünde Ahmed-i Hânî Hazretleri'nin hayatı var.
Ankara Masası
|
03 Nisan 2021, Cumartesi - 09:50
Anadolu’nun manevi mimarları: Ahmed-i Hânî Hazretleri

Dua ordusunun komutanları, hayatlarını İslam dinini daha iyi anlatabilmek için adayanlar...

Onlar Allah dostları, gönül sultanları, Anadolu’nun manevi mimarları…

Söz sarrafı, gönül aynası Yûnus Emre Hazretleri'nin birbirinden değerli mısralarla anlattığı büyük gönül sultânı Ahi Evran Hazretleri'nden, ömrünü Hak ve ilim yoluna adayan Hacıveyiszâde Mustafa Efendi'ye; ilmi ve mâneviyâtıyla 18. yüzyıl tasavvuf ve kültür hayatını derinden etkilemiş Hazreti Pir Nûreddîn Cerrâhî'den, ezel dünyâsında verdiği söz üzere yaşayıp, ahde vefâsına tam bir sadâkatle, ebedî âlemin aşk-ı ateşiyle yanmış gönül sultânı Şeyh Vefâ Hazretleri'ne kadar İslam alimlerinin hayatları Ankara Masası okuyucusu ile buluşuyor.

Yaklaşık 2 ay boyunca sürecek yazı dizisinin on yedinci bölümü sizlerle...

AHMED-İ HÂNÎ HAZRETLERİ

Aşkın dalgası gibi ağlaması insanın

Sonu elbet bir gün gülen olur inanın

Hâni'nin yüreği her ne kadar hazîne dengi

Şükür hiç kimse sormadı kaçadır mihengi

     Ahmed-i Hânî Hazretleri

İlâhî aşk için döktüğü gözyaşlarıyla, rahmet ve ümit kapısını çalmış; tek hazînesi Allah ve Resûlü’nün aşk-ı muhabbeti olmuş bir gönül sultânıdır Ahmed-i Hânî Hazretleri (k.s)…

O, yaralı gönüllere girmiş, kalbi kırıkların, hor ve hakir görülenlerin dostu olmuş, ümitsizlik denizine düşenleri Hakk’ın varlığı ve rahmetiyle müjdelemiştir. İnsanlığın yaşadığı acılara ‘‘neme lâzım’’ dememiş, ömrünü ilim ve irfâna adayarak nicelerine can olmuştur. İnsanlığın ancak Allah (c.c) Resûlü’ne (s.a.v) uyarak aydınlığa erişeceğine inanmış ve son nefesine kadar da onları Hakk’ın birliğine dâvet etmiştir.

17. yüzyılda yaşayan büyük gönül sultânı Ahmed-i Hânî Hazretleri, 1651 senesinde Doğu Beyazıt’ta dünyâya gelir. Mem û Zîn adlı eserinde doğum târihini kendisi şöyle belirtir:

Ona yazmayı öğreten yazı senin yazındır,

Otuz yıldır yanlış yazılar yazmaktadır o,

Çünkü yokluktan koptuğu zaman,

Târih bin altmış bir idi.

Bu sene kırk dört yaşına girdi,

O, günahkârların öncüsü.

Bu beyitler aynı zamanda, Ahmed-i Hânî Hazretlerinin eserini 1695 târihinde bitirdiğini, yaşının kırk dört olduğunu ve yazı hayâtının on dört yaşında başlayıp otuz yıl sürdüğünü de göstermektedir.

Ahmed-i Hânî Hazretleri'nin hayatı

Ahmed-i Hânî Hazretlerinin Hâniyan aşîretine mensub olan âilesi buraya gelmeden önce Hakkâri’nin Hâni köyünde yaşamaktadır. Bu aşîretin, 1592 senesinde Hakkâri yöresine gelip yerleştiği tahmin edilmektedir. Asıl adı Ahmed olan büyük âlim, ‘‘Şeyh Ahmed-i Hânî’’, ‘‘Hâni’’ ve ‘‘Hâni Baba’’ isimleriyle şöhret bulmuştur. Bu sebeple Ahmed-i Hânî Hazretlerinin, Han’da doğduğunu söyleyenler de vardır.

Ahmed Hâni Hazretleri ve ağabeyi Kâsım, ilk terbiyelerini âlim ve fâzıl bir zât olan babaları İlyas Efendi’den alırlar. Kâtiplik yapan İlyas Bey, evlâtlarının ilim ve irfan sâhibi kimseler olmaları arzusuyla eğitimleriyle bizzat ilgilenir. Ancak Ahmed-i Hânî Hazretleri henüz çocuk yaşta iken babası Hakk’ın rahmetine kavuşur. Bundan sonraki süreçte eğitim ve terbiyesiyle ağabeyi Molla Kâsım ilgilenir.

Bir taraftan talebeliğe devam eden Ahmed-i Hânî Hazretleri genç yaşında Beyazıt Mîri Mir Muhammed’in dîvan kâtipliğini yapmaya başlar. Bir taraftan da tahsiline devam eder. Devrin önemli ilim merkezlerinden Bağdat, Şam, Halep ve İran medreselerinde de uzun müddet talebelik yapar. Dînî ilimlerin yanı sıra, fennî ilimlerle de meşgul olan Ahmed-i Hânî Hazretleri edebiyat ve astronomiye büyük ilgi gösterir. Tasavvufî bir hayat yaşadığı ve Nakşibendî tarîkatının esaslarını benimsediği de eserlerinden anlaşılmaktadır.

Kâtiplik yapması ve ilmî kişiliği sebebiyle gençliğinde Mir Muhammed kendisine imza yetkisi verir. Botan Beyi’nin meclislerinde uzun müddet bulunan ve diğer beyliklerle de yakın ilişkiler içinde olan Ahmed-i Hânî Hazretleri, Mir adına İran Serdârı ile yapılan anlaşmaya imza atar. Mir Muhammed ile aralarında Hakk’a dayanan bir dostluk olan Ahmed-i Hânî Hazretleri, Mirliği temsîlen Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’a da gider. O dönemde bölgenin kültür merkezi olan bugünkü Şırnak vilâyetinin kazası Cizre’de de kısa bir müddet yaşar.

Ahmed-i Hânî Hazretleri, eğitim ve iş seyahatlerinin ardından hayâtını Doğubayazıt’ta geçirir. Dönemin en önemli medreselerinden biri olan Murâdiye Medresesi’nde hocalık, camiinde ise imamlık yapar. Burada bir taraftan talebe yetiştirirken bir taraftan da tüm mal varlığını sarf ederek bir medrese inşâ eder. Ömrünün sonlarına doğru kurduğu Hâni Medresesi’nde pek çok derviş yetiştirir.

Ahmed-i Hânî Hazretleri'nin eserleri

Ahmed-i Hânî Hazretleri, çok genç yaşta makam sâhibi olmuş fakat ömrünü öğrenmeye adamıştır. Öğrendikçe ilmin nasıl büyük bir deryâ olduğunu görmüş ve aslında hep talebe olarak kalmıştır. Çok iyi derecede Türkçe, Arapça, Farsça ve Kürtçe bilen Ahmed-i Hânî Hazretleri, medrese eğitimi sırasında bölge halkının çocuklarına faydalı olmak maksadıyla Kürtçe olarak kaleme aldığı Nûbahârâ Bıçûkân ile Akîdayâ Îman isimli eserlerini de ders kitapları arasına almıştır. Muhakkak ki Ahmed-i Hânî Hazretleri, kimsenin ilimden geri kalmasını istememiş, özellikle bu iki eserin okutulmasıyla bölgedeki çocukların İslâm’ın îman esaslarını kendi ana dilleriyle kolayca kavramalarını sağlamıştır.

Hayâtı boyunca hiç evlenmeyen Ahmed-i Hânî Hazretleri, kendisini Hakk’ın yolunda ilim ve kültüre adamış büyük bir âlim ve mutasavvıftır. Onu şöhret yapan; Kur’an-ı Kerîm ve sünnete olan bağlılığı, ilim ve irfâna verdiği önemdir. 1674 senesinde İshak Paşa Sarayı’nın temeli atılırken duâsını, ardından da bu sarayın kâtipliğini yapar. Hâni Medresesi'nin varlığı ise onun hayâtındaki en mühim hâdisedir. Zîra o insanlığın ancak Allah ve Resûlü’nün yoluna uyarak felâh bulacağına inanmıştır. Kendisi de hayâtını bu minval üzere yaşamıştır.

56 yıllık ömrü boyunca, ilim öğrenip, eserler kaleme alan, ilâhî aşkın ateşiyle yanmış bir gönül sultânıdır o. 1707 senesinde Doğubayazıt’ta Hakk’ın rahmetine kavuşan Ahmed-i Hânî Hazretleri geride pek çok eser ve mürid bırakır. Türbesi, duâlarla temelini attığı İshak Paşa Sarayı’nın 500 metre doğusundadır. Uzun yıllar bakımsız kalan türbe, 1990-1991 târihleri arasında Doğubayazıt halkı ve belediyesi tarafından kabrinin üzerine bir kümbet yapılması sûretiyle yeniden restore edilir. Türbesi bugün de pek çok Hak âşığı ve gönül dostu tarafından ziyâret edilmektedir.

Kürtçe kaleme aldığı eserler incelendiğinde Ahmed-i Hânî Hazretlerinin önemli bir mutasavvıf ve şâir olduğu, eserlerinde ilâhî aşka vurgu yaptığı görülmektedir. Ahmed-i Hânî Hazretleri manzum eserlerinde ulûhiyet ve varlık konularına ağırlık vermesinin yanı sıra sosyal ve kültürel meselelerdeki görüşlerini de dile getirir. Kelâm konularında Sünnî ve genellikle Eş’arî görüşlerine bağlı olan Ahmed-i Hânî Hazretleri, eserlerinde kâinatın yaradılışı ve insanın yükümlülükleri hususlarındaki sırlar üzerinde durur.

Tasavvufî düşüncenin yanında devrin sosyal sıkıntıları üzerine de eğilen, halkın sâhipsizliğinden yakınan Şeyh Ahmed-i Hânî Hazretleri, bu meselelerin ancak sosyal dayanışma ve ilim vesîlesiyle çözüme kavuşacağına inanır. Bu sebeple hayâtı boyunca ne öğretmekten ne de öğrenmekten vazgeçer. Eserlerinde birlik, berâberlik husûsunu sıkça anlatan Ahmed-i Hânî Hazretleri, insanların dünyâyı ve maddî menfaatleri ilim ve hikmete tercih etmesinden yakınır. Ona göre insan, ancak ilâhî aşka teslim olup günahlardan sakınarak güzel vasıflara erişir.

Ahmed-i Hânî Hazretleri büyük âlim, mutasavvıf ve şâirlerden etkilenmiştir

Eserlerindeki muhtevâ ve yazım şekline bakıldığında Ahmed-i Hânî Hazretlerinin, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî, Molla Câmî gibi büyük âlim, mutasavvıf ve şâirlerden etkilendiği görülmektedir. Öte yandan İsmâil Bâyezîdî, Şerîf Han Cûlâmergî ve Murâd Hân Bâyezîdî gibi zatlar da Ahmed-i Hânî Hazretlerinin tesiri altında kalmışlardır.

Ömrünü Yaradan ve Resûlü’nün yoluna adayan Ahmed-i Hânî Hazretleri, İslâm akâidine ters görüşlerin kendine kitleler aradığı bir zamanda, gerek eserleriyle gerek yaptığı münâzaralarla dâima bid’at ve sapkınlıklarla mücâdele etmiştir. Dönemin sert ve ağır koşullarını çok iyi müşâhede etmiş ve insanlara dâima Hakk’ın birliğinde bütünleşmek çağrısında bulunmuştur. Ana dili Kürtçe’nin yanında Arapça, Farsça ve Türkçe’yi de çok iyi bilen Ahmed-i Hânî Hazretleri için ilim bilmek kendini bilmekle eş değerdir. Bu sebeple siyâsî koşulların insanları farklı yerlere sürüklediği o dönemde halkına faydalı olabilmek maksadıyla çoğunlukla eserlerini kendisinin de ana dili olan Kürtçe kaleme almıştır.

Ahmed-i Hânî Hazretlerinin ilmini aktardığı eserleri üç asırdan bu tarafa, medreselerde ve bugün Orta Doğu’da pek çok ülkede okutulmaktadır. Kesin olarak bilinen başlıca eserleri arasında Nûbahârâ Bıçûkân, Mem û Zîn, Akîdayâ Îman, Çârkûşe ve Dîvân bulunmaktadır.

Bugün hâlâ en önemli sözlükler arasında bulunan ve kaynak eser olma özelliği taşıyan Nûbahârâ Bıçûkân, Arapça-Kürtçe manzum bir sözlüktür. Ahmed-i Hânî Hazretlerinin 1683 yılında kaleme aldığı bu eser klasik manzum sözlük geleneğine uyularak, bir giriş ve her biri farklı vezinde on üç bölümden meydana gelmiştir. Ahmed-i Hânî Hazretleri sözlüğün giriş bölümünde, bu eseri Kur’an okumayı öğrenen çocuklara sarf ve nahiv derslerine başlarken kolaylık sağlaması maksadıyla kaleme aldığını belirtmiştir.

Akîdayâ Îman

En önemli eserlerinden biri olan ve pek çok kişinin kendi dilinde îmânî meseleleri öğrenmesine vesîle olan Akîdayâ Îman isimli eseri de ehlisünnete göre îman esasları ve diğer akâid hususlarının açıklandığı 80 beyitlik bir Kürtçe risâledir.

Çârkûşe isimli eserinde ise bildiği dört dile edebî anlamdaki hâkimiyeti açıkça ortaya çıkar. Zîra mülemma yâni her bir mısraı dört ayrı dilde; Arapça, Farsça, Türkçe ve Kürtçe olarak yazar. Bu mülemma rubâîler ilâhî aşk, ayrılık ve kavuşma temalarını ihtivâ eder. Rubâîlerden ancak beş tanesi günümüze kadar ulaşabilmiştir:

Fate ‘umrî fî hewake ya habîbî kulle hal (Arapça)

Ah û nalem hemdemem şod der fîraqet mah û sal (Farsça)

Ger benim kanim dilersin, çokden olmiştir helal (Türkçe)

Dîn û ebter bûm ji îşqê, min nema ‘eql û kemal (Kürdçe)

Ahmed-i Hânî Hazretlerinin Türkçe, Kürtçe, Arapça ve Farsça şiirlerini ihtivâ eden bir dîvânı da vardır. Bu eserde ayrıca, Türkçe ve Farsça gazelleri bulunmaktadır. Eser, Rusya, Almanya ve Suriye gibi pek çok ülkede basılmıştır.

En meşhur eseri olan Mem û Zîn, mesnevîtarzında, Leylâ ve MecnunFerhat ve Şirin ile Hüsn-ü Aşk biçiminde yazılmış tasavvufî bir eserdir.

En meşhur eseri olan Mem û Zîn, mesnevîtarzında, Leylâ ve Mecnun, Ferhat ve Şirin ile Hüsn-ü Aşk biçiminde yazılmış tasavvufî bir eserdir. Hâni Hazretleri asıl şöhretini de bu ilâhî aşk mesnevîsiyle sağlamıştır. Bu eserin hâtime kısmında doğum târihini 1651 olarak verdikten sonra kitabı bitirdiğinde 44 yaşında olduğunu belirtir. Bu kayıttan eserin 1695 yılında tamamlandığı anlaşılmaktadır. Yaklaşık 3000 beyitten oluşan eser, klasik Osmanlı mesnevî tarzına uygun olarak 60 bölümden oluşur. Ahmed-i Hânî Hazretleri, Doğu bölgelerinde halk arasında hayli tanınan ve şifâhî olarak anlatılan Memâ Alan destanını Mem û Zîn ismiyle bir takım ekleme ve çıkarmalarla manzum olarak yeniden yazmış ve ona ayrıca tasavvufî bir husûsiyet göstermiştir. Bu destan, milâttan önce de halk arasında söylenen ve mitolojik özellik taşıyan bir anlatıdır. Ahmed-i Hânî Hazretleri bunu kendi çağına taşıyarak, çağdaş ve modern bir üslûpla ölümsüzleştirmiştir. Ayrıca kendi siyâsî ve idârî düşüncelerinin yanında, devrin içtimâî ve idârî meseleleri ve bölge halkının kültürel özelliklerini de mesnevîye yansıtmıştır.

Örneğin; iyilik, doğruluk, suçsuzluk, zayıflık ve çaresizlik Mem ile Zîn‘in şahsında toplanarak; kötülük, dalkavukluk, fitnecilik ve ikiyüzlülük de Bekir’de somutlaştırılarak gözler önüne serilmiştir. Eserde yer yer Genceli Nizâmî, Hz. Mevlânâ, Molla Câmî ve Fuzûlî’nin tesîrleri görülür. Muhyiddin Arabî’nin vahdet-i vücûd anlayışının tesiri de oldukça belirgindir. Mem û Zîn mesnevîsine akıcı ve etkileyici bir üslûp ile çok başarılı canlı tasvirler hâkimdir. Eserin başında Allah (c.c) ve Hz Peygamber’e (s.a.v) övgü yapıldıktan sonra tevhîd, münâcat ve naat akabinde asıl mevzua girilir. Eserde bir değil iki aşk hikâyesi yer alır. Ancak, bunlardan biri mecâzî diğeri ise ilâhî aşkı sembolize eder.

Eser dünyâ çapında öylesine ilgi görür ki, asırlardır onlarca isim üzerinde çalışır. Ruslar, İranlılar, Almanlar, Fransızlar esere büyük ilgi göstermiş; bazı batılı şarkiyatçılar eseri İngilizce tez olarak çalışmıştır. Eser; Türkçe, Arapça, Rusça, Farsça dillerine çevrilmiştir. Hatta bu mesnevî hangi Fransız bilim adamı tarafından hazırlandığı belirtilmemekle berâber 2004 târihinde Fransızca’dan Türkçe’ye tercüme edilir. Mem û Zîn mesnevîsi, Türkiye’de 1991 yılında da aynı adla filme çekilmiştir.

Ahmed-i Hânî Hazretleri'nin vefatı

17. yüzyılın en önemli âlim ve bilginleri arasında yer alan Ahmed-i Hânî Hazretleri, kısa süren ömrünü Hak yoluna adamış büyük bir Allah dostudur. Onun için insanlığın kurtuluşu, ilâhî aşka teslim olup Kur’an ve sünnet yolundan ayrılmamakta gizlidir. Güzel ahlâkı, cömertliği ve merhametiyle nice gönülde taht kuran Ahmed-i Hânî Hazretleri, birbirinden değerli eserleriyle bugün hâlâ İslâm’a hizmet etmekte ve Hak dostlarının gönüllerinde yaşamaktadır.

Ey cânımın, bedenimin sâhibi,

Ben bahçeyim, sen de bahçıvan.

Senin bahçen sâhipsiz kaldı.

Sen olmazsan, onlar neye yarar?

Kaşlar, gözler, zülüfler neyedir?

Dilersen zülfümü tel tel çekeyim.

Sonra yârim, sen beni belki farklı görürsün.

İyisi mi, bunların hepsi yerinde kalsın da,

Ben Hudâ'ya can emânetini teslim edeyim.

                                                    Ahmed-i Hânî

Her dâim Allah aşkıyla yanıp tutuşmuş, yaratılan her varlıkta Hakk’ın nûrunu bulmuş, emânet aldığı canda cânân olmuş bir gönül sultânıdır Ahmed-i Hânî Hazretleri (k.s)...

Yazan: Nevin Şahin

http://www.ankaramasasi.com/haber/668985/anadolunun-manevi-mimarlari-ahmed-i-hn-hazretleri
İlginizi Çekebilir

Yorumlar (0)

Yorumunuz İletilmiştir.