Anadolu’nun manevi mimarları: Şeyh Gâlib Hazretleri

Müslümanların her yıl heyecanla beklediği Ramazan Ayı’nın gelmesiyle birlikte, İslam alimlerinin hayatlarını Ankara Masası mercek altına alıyor. Yaklaşık 2 ay sürecek yazı dizisinin 24. bölümünde Şeyh Gâlib Hazretleri'nin hayatı var.
Ankara Masası
|
19 Nisan 2021, Pazartesi - 08:33
Anadolu’nun manevi mimarları: Şeyh Gâlib Hazretleri

Dua ordusunun komutanları, hayatlarını İslam dinini daha iyi anlatabilmek için adayanlar...

Onlar Allah dostları, gönül sultanları, Anadolu’nun manevi mimarları…

Söz sarrafı, gönül aynası Yûnus Emre Hazretleri'nin birbirinden değerli mısralarla anlattığı büyük gönül sultânı Ahi Evran Hazretleri'nden, ömrünü Hak ve ilim yoluna adayan Hacıveyiszâde Mustafa Efendi'ye; ilmi ve mâneviyâtıyla 18. yüzyıl tasavvuf ve kültür hayatını derinden etkilemiş Hazreti Pir Nûreddîn Cerrâhî'den, ezel dünyâsında verdiği söz üzere yaşayıp, ahde vefâsına tam bir sadâkatle, ebedî âlemin aşk-ı ateşiyle yanmış gönül sultânı Şeyh Vefâ Hazretleri'ne kadar İslam alimlerinin hayatları Ankara Masası okuyucusu ile buluşuyor.

Yaklaşık 2 ay boyunca sürecek yazı dizisinin 24. bölümü sizlerle...


ŞEYH GÂLİB HAZRETLERİ

Sultân-ı rusûl şâh-ı mümeccedsin Efendim

Bî-çârelere devlet-i sermedsin Efendim

Dîvân-i ilâhîde ser-âmedsin Efendim

Menşûr-ı “le-amrük”le müeyyedsin Efendim

Sen Ahmed ü Mahmud u Muhammed’sin Efendim

Hak’dan bize sultân-ı müeyyedsin fendim

Ümmideyiz ye’s ile âh eylemeyiz biz

Sermâye-i îmânı tebâh eylemeyiz biz

Bâbın koyup agyâre penâh eylemeyiz biz

Bir kimseye sâyende nigâh eylemeyiz biz

Sen Ahmed ü Mahmud u Muhammed’sin Efendim

Hak’dan bize sultan-ı müeyyedsin Efendim

Bîçâredir ümmetlerin isyânına bakma

Dest-i red urup hasret ile dûzaha yakma

Rahm eyle aman âteş-i hicrânına yakma

Ez-cümle kulun Gâlib-i pür-cürmü bırakma

Sen Ahmed ü Mahmud u Muhammed’sin Efendim

Hak’dan bize sultan-ı müeyyedsin Efendim (Şeyh Gâlib)

                              ŞEYH GÂLİB

Allah ve Resûlü’nün sevgisinde, gönlü ateş-i aşk ile yanmış, hayâtın neşesini, ilâhî aşkta bulmuş ve son nefesine kadar ümmet-i Muhammed’in şefâatini istemiş bir gönül sultânıdır Şeyh Gâlib Hazretleri (k.s)...


Edebiyat çevreleri ve târihçiler tarafından klâsik Türk edebiyatının son büyük şâiri ve temsilcisi olarak kabul edilen Şeyh Gâlib Dede, aynı zamanda büyük bir mutasavvıftır. 24 yaşında bir Dîvan sâhibi olmuş, 26 yaşında ise bugün bile başyapıt kabul edilen Hüsn ü Aşk’ı altı ayda tamamlamıştır. 34 yaşında Galata Mevlevîhânesi’nin postuna oturan Şeyh Gâlib Dede, henüz 42 yaşında iken Hakk’a yürümüştür. Gencecik yaşında nice değerli talebe yetiştirmiş, yaşının ötesinde bir hayat sürmüş, hâli ve kişiliğiyle nice gönüle girmiştir Şeyh Gâlib Hazretleri…

Şeyh Galip Hazretleri'nin doğum yılı ve yeri 

Kısacık bir ömürden arda kalan eserleriyle, âşıkların gönüllerinde her dâim bâki olan Şeyh Gâlib Dede, 1757 senesinde, İstanbul Yenikapı’da dünyâya gelir. Babası Mevlevî dervişlerinden Mustafa Reşit Efendi, annesi ise Emine Hâtun’dur. Asıl adı Mehmed olan Şeyh Gâlib, önce Esat, ardından Gâlib mahlaslarını kullanmış, Şeyh Gâlib Dede olarak şöhret bulmuştur.

Hümâyun Kâtibi olarak görev yapan babası Mustafa Reşit Efendi, şiirle uğraşan, kültürlü bir insandır. Yenikapı Mevlevîhânesine yakın bir evde doğan Şeyh Gâlib’in dedesi de Mevlevî’dir. Bu sebeple evde gördüğü ilim ve terbiye bundan sonraki hayâtına nasıl yön vereceğini de belirler.

Şeyh Gâlib Hazretleri'nin eğitimi 

İlk hocası babası Mustafa Reşit Efendi, oğluna Farsça eğitiminin yanı sıra Hz. Mevlânâ’nın Mesnevî’sini okutur. Hocalarının Mevlevî olması, Şeyh Gâlib’in, çocuk yaşta Hz. Mevlânâ’ya olan sevgisi, mânâ denizine doğru akmasına sebep olur. Zîra Şeyh Gâlib, o devirlerde edebiyat, mûsıkî ve tasavvuf mektebi mâhiyetinde olan Mevlevîhânelerde, Mevlevî büyüklerinin sohbetlerinden de istifâde eder. Hz. Mevlânâ’ya ve bu yola olan muhabbeti artar.

Galata Mevlevîhânesi Şeyhi Hüseyin Dede ve Hoca Neşet Efendi’den dil ve edebiyat dersleri alan Şeyh Gâlib, Hamdi Efendi’den ise Arapça öğrenir. Çok kısa sürede bu dillere edebiyatçı olarak hâkim olur. Hatta Gâlib, çocuk yaşlarda şiir yazmaya başlar. Öyle ki, Vak’anüvis Pertev, Reisülküttâb Râşid gibi çağdaşlarına; Fuzûli, Hayalî Bey, Nâbî ve Nedîm gibi üstatların şiirlerine nazîreler yapar. 

Neşet Efendi, genç Gâlib'in şâirlik kâbiliyetini hemen fark eder ve ona, "Esat" mahlasını önerir. Gâlib de hocasını kırmayarak "Esat" mahlasıyla şiirler yazar. Bu mahlâsın başkaları tarafından da kullanıldığını fark edince Gâlib mahlasını tercih eder. Hem Gâlib hem Esat mahlaslarını birlikte kullandığı da olur. Lâkin 1787 yılından sonra ise sadece, “Gâlib” mahlâsını kullanır.

Söz bir gûher-i ulvi-i Lâhût mekândır

Mebde’le meâad ana velî gûş u zebândır

diye başlayan 37 beyitlik bir kasîdeyle, kendisine Esat mahlasını veren Hocası Neşet Efendi’ye bir vefâ örneği göstererek teşekkür eder.

Devrinin önemli âlimleri ile tanışan Gâlib, genç yaşta zamânın âlim ve mütefekkirleri tarafından takdir edilir. 24 yaşında iken Şeyh Gâlib Dîvânı’ nı, 26 yaşındayken de 2101 beyitli, Hüsn ü Aşk isimli eserini tamamlar. 

Şeyh Gâlib Hazretleri'nin hayatı 

Hüsn-ü Aşk’ı tamamladıktan bir sene sonra 1784 senesinde Konya'ya giderek Mevlâna Dergâhı’nda çileye girer. Fakat babası bu ayrılığa dayanamaz. Konya Şeyhi Seyit Ebû Bekir Efendi’ye çilenin İstanbul’da, Yenikapı Mevlevîhânesi’nde devam etmesi için ricâda bulunur. Ardından İstanbul’a gelen Gâlib, 1787 senesinin Ramazan ayında 1001 günlük çilesini tamamlayarak, Ali Nutkî Dede’den hilâfet alır ve “Dede” olur. Gâlib çile boyunca şiir yazmaz.

Çok genç yaştayken hem iyi bir şâir hem de mutasavvıf olarak ün kazanır. Dede olduktan sonra, şöhretinin de artması sebebiyle Sütlüce’ye yerleşen Şeyh Gâlib Dede,1790’dan 1791 yılına kadar sadece eser yazmakla meşgul olur. Annesi ve babasıyla sâde bir hayat yaşamaya niyet ettiği sırada, tahta, edebiyat ve sanat âşığı, aynı zaman da şâir de olan III. Selim geçer. Genç yaşında büyük bir şöhrete kavuşan Şeyh Gâlib'i şiirlerinden tanıyan pâdişah kendisini saraya dâvet ederek büyük hürmet gösterir.

1791 yılında ise Şeyh Gâlib, Galata Mevlevîhânesinin 22. şeyhi olur. Şeyh Gâlib Galata Mevlevîhânesi postuna oturduktan sonra "Gâlib Dede" diye anılmaya başlanır. Kendisine büyük hayranlık duyan III. Selim, sık sık Galata Mevlevîhânesine giderek, kendisiyle sohbet eder, şiirlerini paylaşır. Gâlib Dede’nin sarayı ziyâretinde ise, "Pamuk Şeyh’im, şeref verdiniz." diye pâdişah tarafından îtibarla karşılanır.

Sekiz yıl süren dergâh şeyhliği sırasında Vâlide Sultan ve pâdişâhın kız kardeşi Beyhan Sultan da Gâlib Dede’nin sohbetlerinden istifâde eder. Pâdişah harap durumda olan dergâhı ve Kasımpaşa Mevlevîhânesini tâmir ettirir. Hz. Mevlânâ’nın Konya’daki türbesine de bakım yaptırarak, sandukaya örtülecek pûşîde üzerine yazılmak üzere Gâlib Dede’den bir beyit ister. Gâlib Dede,

Müceddid olduğu Sultân Selîm’in din ü dünyâya

Nümâyândır bu nev pûşîdesinden kabr-i Monlâ’ya

beyitini pâdişâha takdim eder.

1794 senesinde üzerinde büyük emeği olan annesi biricik Emine Hanım’ı Hakk’a uğurlar Şeyh Gâlib… Bu vedâ kendisini derinden sarsar. Bu acının üzerinden çok geçmeden, 1797 senesinde de en yakını saydığı, talebesi şâir Esrar Dede’yi kaybeder. Onun Hakk’a yürümesi üzerine yazdığı uzun mersiyede:

Eyvah! O gül-i handânım aldı mevt

Esrârım aldı, cümle dil ü cânım aldı mevt

feryâdıyla içindeki acıyı anlatır. Mersiye’nin başka bir yerindeki,

Kan ağlasın bu dide-i dürbârım ağlasın

Ansın beni o yâr-ı vefâdârım ağlasın

beytiyle, biricik dostunun ardından kederini dile getirirken bir yandan da en güzel eserlerinden birini kaleme almış olur. Şeyh Gâlib, gerek annesini, gerekse bu Mevlevî muhitindeki hâmisini kaybetmekle derin bir yalnızlığa bürünür. Fıtratı gereği nârin ve hassas bir yapıya sâhip oluşu, onun bu acıları içine atmasıyla şiddetli bir hastalık olarak kendini gösterir. Maalesef, 1798 senesinde hastalanarak yatağa düşer. 

Şeyh Gâlib Hazretleri'nin ölümü

Şeyh Gâlib Dede, pâdişah ve çevresindekilerin tüm çabalarına rağmen 3 Ocak 1799’da, henüz 42 yaşındayken Hakk’a yürür. Allah ve Resûlü’nün biricik âşığı Gâlib Dede’nin Hüsn ü Aşk’ı bu fâni âlemde, gönül kubbesinde bâki kalan hoş bir sadâ olur.

Şeyh Gâlib’in genç yaşında Hakk’a yürümesi önce Mevlevî çevrelerinde, ardından sarayda büyük üzüntüye sebep olur. Edebiyat ve bilim dünyâsı da derin bir elem duyar bu kayıp karşısında. Böyle değerli bir âlim ve şâirin genç yaşında âhirete intikâl etmesi herkesi derinden etkiler. Evlât acısı gören babası Mustafa Reşit Efendi ise âdeta yıkılır. Musalla taşında gördüğü biricik oğluna; “Oğlum! Bu siyah sakalla beyaz kefen birbirine yakışmadı” diye seslenince, cemaati de gözyaşına boğar. Pâdişah III. Selim ve saray mensubları sanki yetim kalmıştır. Sık sık kendisine Hz. Mevlânâ’yı anlattıran pâdişah için bu vuslat çok acı olur.

Orta boylu, beyaz tenli, zarif, güler yüzlü ve nüktedan biri olarak tanımlanan Şeyh Gâlib’in Hak ile vuslatı bir kandil günü gerçekleşir. Gönüller sultânı Gâlib Dede, büyük bir kalabalık ve merâsimle Hakk’a uğurlanır. Mevlevîler, edebiyatçılar, hayranları, sevenleri ve saray mensubları cenâzede hazır bulunur. Galata Mevlevîhânesi türbesinde Mesnevî Şerhi ile meşhur, İsmâil Rusûhi Ankaravî Hazretlerinin ayakucuna defnedilir.

Şeyh Gâlib Hazretleri'nin eserleri 

Şey Gâlib Hazretlerinin mânevî mîrâsı sayılan müstesnâ eseri Hüsn ü Aşk, doğu edebiyatının zirve eserlerinden biri kabul edilmiştir. Eseri birçok dile çevrilmiş, dünya edebiyatçılarının da dikkatini çeken Şeyh Gâlib, çoğu batılının da araştırma konusu olmuştur. Şeyh Gâlib, tesiri günümüze kadar uzanan tek dîvan şâiridir.

Daha hayattayken gazellerine çağdaşları tarafından sayısız nazîre yazılan âlim ve şâir Gâlib Dede, kısa fakat zengin hayâtı, özellikle Hüsn ü Aşk mesnevîsi ile birçok şâir ve romancının da esin kaynağı olmuştur.

18. yüzyılın son yarısında dîvan şiiri Nâbi’nin etkisindedir. Bilhassa Koca Râgıp Paşa’dan sonra, Nâbi tarzı daha da kuvvetlenmiştir. Şeyh Gâlib, çağdaşı şâirlerle, Feridüddin Attâr, Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Nizâmî, Hüsrev, Saip ve Buhâralı Şevket gibi çoğu mutasavvıf ve şâiri tetkik etmiştir. Bunların arasında özellikle Hz. Mevlânâ ve Buhâralı Şevket’ten çok etkilenmiştir.

Klasik Türk edebiyatına farklı bir mânâ boyutu getiren Şeyh Gâlib, o klasik edebiyat anlayışını, muhtevâ açısından içinde bulunduğu Mevlevî ve tasavvuf kültüründen aldığı ilhamla yükseklere taşımış, eserlerine zenginlik katmıştır.

Şeyh Gâlib Dede, iç âleminde yoğun düşünceleri, sembollerle çok etkili ve sarih bir şekilde ortaya koymuştur. Dili ağır ve süslü, fakat şiirlerinin içeriği, bünyesinde yaşadığı toplumun yüzyıllardır nesilden nesile aktardığı mânevî kültür birikimiyle oldukça uyumludur. Bunun yanında sâde ve süssüz bir Türkçe ile söylediği şiirleri de vardır. Onu diğer büyük dîvan şâirlerinden farklı kılan tasavvuftur. Tıpkı Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin Mesnevî’si gibi günümüzde Şeyh Gâlib Dede’nin şiirleri, şiirlerindeki semboller, söz sanatları, benzetmeler, batıda büyük ilgi görmektedir.

Şeyh Gâlib Dede’nin Hüsn ü Aşk ve Şeyh Gâlib Dîvânı en meşhur eserleridir. Es- Sohbetü’s- Sâfiyye, Rerh-i Cezîre-i Mesnevî’nin yanı sıra kütüphânelerimizde birçok yazmaları bulunan Mevlevî şâirlere Tezkire isimli eseri ile de Mevlevî şâirlerinin hal tercümelerini kısaca yazmış ve bazı şiirlerinden seçmeler meydana getirmiştir. Müsvedde hâlindeki bu eserini tertip, tasnif ve ikmal etmek üzere çok sevdiği dervişi Esrar Dede’ye verdiği bildirilmektedir. Nitekim Esrar Dede bu müsvedde üzerinde çalışarak Tezkire-i Şuarâ-yı Mevleviyye adlı eserini meydana getirmiştir. Şeyh Gâlib'in, müseddes nazım şekli ile kaleme aldığı naatları ise oldukça ünlüdür.

Şeyh Gâlib Hazretleri ve Galata Mevlevîhânesi

Henüz 42 yaşında iken Hakk’a yürüyen Şeyh Gâlib Dede, sekiz yıl postnişinlik yaptığı Galata Mevlevîhânesinde yaşamıştır. Mevlevîhâneler arasında her zaman büyük bir öneme sâhip olan Galata Mevlevîhânesi III. Selim’in burayı tâmir ettirmesi, Şeyh Gâlib Dede’yi de kendine bir üstad kabul etmesiyle berâber altın çağını yaşamıştır…

İstanbul’un Beyoğlu semtinde, tünel girişinde yer alan Galata Mevlevîhânesi, İstanbul’un en eski Mevlevîhânesidir. Şeyh Gâlib Hazretlerinin 22. şeyh olarak görev yaptığı Mevlevîhâne, 1491 yılında inşâ edilmiş, 1925 senesinde tekke ve zâviyeler kânunun ardından kapatılmış, 1975 yılında ise müze olarak tekrar hizmete açılmıştır.

Diğer adıyla Kulekapı Mevlevîhânesi 500 seneyi aşkın bir târihe sâhiptir. Mevlevîliğin İstanbul’da tanınması ve yayılması açısından da önemli bir yeri vardır. Galata Mevlevîhânesi devrinin kültür ve sanatını yansıtan en önemli kurumlardan biri olmuştur. II. Sultan Beyazıt’ın, beylerbeyi İskender Paşa’nın av çiftliği üzerine 1491 yılında inşâ edilerek, Kulekapı Mevlevîhânesi olarak resmîleşir ve ilk şeyhi Mehmed Semâ-i Çelebi olur.

Sultan III. Mustafa döneminde, Îsa Dede'nin postnişinliği sırasında 1765 senesinde çıkan Tophâne yangınında, Mevlevîhâne neredeyse tamâmen yanmış, 1766 yılında bina emini tâyin edilen Çavuşbaşı Osman Ağa tarafından tekrar inşâ edilmiştir.

Şeyh Gâlib Dede ile büyük bir dostluğu olan Sultan III. Selim döneminde dergâh altın çağını yaşamış ve 1791 yılında geniş çaplı bir onarım geçirmiştir. Mevlevîhâne'nin ana binasını teşkil eden Semâhâne'nin, 1766 târihindeki biçimiyle günümüze ulaşarak, genel hatlarını koruduğu kabul edilmektedir. Plân olarak dıştan dikdörtgen, içten sekizgen bir görünüm arz etmektedir.

Alt katta derviş hücreleri, ikinci katta Semâhâne kısmı ile birlikte kuzey yönde Bacılar Dâiresi, güney yönde hâlen idârî büro olarak kullanılan bölüm yer almaktadır. Sultan II. Mahmud döneminde devlet kethüdâsı Hâlet Efendi 1819 yılında hâlen mevcud yapıların bir kısmını inşâ ettirmiştir. Dergâhın cadde tarafındaki, kendisi için inşâ ettirdiği türbe, kütüphâne, sebil ve muvakkithâne ile Şeyh Gâlib Dede ve İsmâil Rusûhî Ankaravî'ye âit türbe bu dönemde yeniden onarılmıştır.

Mevlevîhâne 1824 yılında yine bir yangın geçirmiş ve 1835 yılında tekrar onarılmıştır. Buna ilişkin kitabe iki yanındaki türbe ve muvakkithâne ile bütünlük gösteren ampir üslûbundaki cümle kapısının dış yüzündedir. Bu kitâbede Yesarizâde Mustafa İzzet'in hattıyla Şâir Lebib'in bir şiiri ve II. Mahmud'un tuğrası bulunmaktadır. Kapının arka yüzündeki kitâbe ise Şeyh Gâlib Dede’ye âittir.

Bahçede bulunan şadırvan ve sarnıç II. Mahmud'un kızı Âdile Sultan tarafından 1847 yılında inşâ ettirilmiş, Mevlevîhâne'nin son şeklini aldığı bu onarımlar ise Kudretullah Efendi'nin girişimleriyle Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılmıştır. Semâhâne kapısı üzerindeki kitâbe 1851 târihli olup, bu döneme âittir.

Galata Mevlevîhânesi, 1481 yılında kurulan Mekteb-i Sultânî yani Galatasaray Lisesi ile birlikte günümüz Beyoğlu'nda Türk-İslâm karakteri taşıyan en önemli târihî anıttır. 1925 yılında tekkelerin katılmasıyla Mevlevîhâne bir süre ilkokul ve lojman olarak kullanılmış, 27 Aralık 1975 günü, Şeyh Gâlib'in hâtırasını yaşatmak amacıyla Dîvan Edebiyatı Müzesi olarak yeniden hizmete açılmıştır.

Târihî Mevlevîhâne’de, Türk mûsıkî âletleri ile Mevlevî kültürüne âit eserler sergilenmektedir. Ahşap kafeslerle ayrılmış olan üst kısmında ise kronolojik sıra ile dîvan şâirlerinin eserleri yer almaktadır. Müzenin içerisinde ayrıca, derviş hücreleri, türbeler, kütüphâne ve bir mezarlık yer almaktadır. Hâlet Said Efendi tarafından yaptırılan Muvakkithâne'nin üst katında yer alan kütüphâne içinde 3455 cilt kitap bulunmaktadır.

Bahçedeki hazîrede ise Mevlevîhânede şeyhlik yapmış olanlarla, eşleri, kudümzenler, neyzenler, dîvan sâhibi şâirler gömülüdür. Mezar taşları yazı ve süslemeler açısından da çok değerlidir.

Bugün müze olarak hizmet veren Mevlevîhâne hâlâ âşıkların ziyâretgâhıdır. Mevlevîhânenin kapısından girdiğiniz an önce Gâlib Dede ve İsmâil Ankaravî Hazretlerine selam verir ve ilâhî aşkın kokusunu teneffüs edersiniz. Bugün hâlâ semâhânesinde, Allah ismi celâliyle dönen Hak âşıkları vardır. Allah ve Resûlünü tanımak isteyen niceleri dünyânın bir ucundan buraya gelerek Gâlib Dede’den feyz almaya devam etmektedir.

Derd-i aşkın ben senin bî-hûde izhâr eylemem,

Lâf edip ah u enîni kendime kâr eylemem,

Hâsılı âlem bilir bu sırrı inkâr eylemem,

Gizlesem de âşikâr etsem de cânımsın benim. (Şeyh Gâlib)

Gâlib Dede, ilâhî sırra tâlip kısacık bir ömür sürmüş, Hz. Mevlânâ Celâleddin Rûmî ile erdiği ilâhî aşk sırrında yanmış, o yanış ile can bulmuş büyük bir âlim ve şâirdir. Âşıklara mîras kaleme aldığı ilâhî aşk mısralarıyla, Hakkı arayana can, bulana cânanlık etmiş, hasta gönüllere şifâ, dertli gönüllere devâ, âşıklara mâşuk olmuş bir gönül sultânıdır Şeyh Gâlib Hazretleri (k.s)…

Yazan: Nevin Şahin

http://www.ankaramasasi.com/haber/701613/anadolunun-manevi-mimarlari-seyh-glib-hazretleri
İlginizi Çekebilir

Yorumlar (0)

Yorumunuz İletilmiştir.