Ağıralioğlu'dan belediye desteği ile iltica olayına tepki

İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Yavuz Ağıralioğlu, belediyelerin desteği ile iltica olayına ilişkin "Levent Kırca yaşasaydı mesleğini bırakırdı. Bu çok büyük bir utançtır." dedi.
Ankara Masası
|
20 Nisan 2021, Salı - 21:24
Ağıralioğlu'dan belediye desteği ile iltica olayına tepki

İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Yavuz Ağıralioğlu, Ankara Masası Genel Yayın Yönetmeni Gökhan Gökyıldırım'ın sorularını yanıtladı. Ağıralioğlu, gri pasaport soruşturmasından fezlekelere, erken seçim iddialarından 128 milyar dolar tartışmasına kadar gündeme dair değerlendirmelerde bulundu. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin İYİ Parti'ye yönelik yeni anayasa çağrısına ilk yanıt yine  Ağıralioğlu'dan geldi. 

"Levent Kırca yaşasaydı mesleğini bırakırdı"

Belediyelerin desteği ile iltica olayına değinen Ağıralioğlu, "Böyle bir utancı nasıl değerlendireceğiz? Kemal Sunal filmlerinde olurdu bu. Tebessüm ederdik ama 2021 yılında böyle bir şeyle karşılaşacağımızı söyleyenlere inanmazdım. Bu meslek bırakma sebebidir. Levent Kırca yaşasaydı mesleğini bırakırdı. Bu çok büyük bir utançtır." dedi.

İYİ Parti'nin fezlekelere bakışı

"Fezlekeler konusunda partide görüş ayrılığı mı var?" sorusuna yanıt veren  Ağıralioğlu, bu süreçte farklı farklı açıklamalar diye takdim edilenlerin hepsinin tekabül ettiği bir hakikat olduğunu söyledi. "Biz teröre hiç gözümüzü yummadık. Partimizde çatlak ses yok" diyen Ağıralioğlu, fezlekelerin muhalefeti susturmak için bir sopa olarak kullanılabilecek olmasından duydukları endişeyi dile getirdi. 

Akşener'in erken seçim öngörüsü

Erken seçim iddialarına değinen Ağıralioğlu, "Galiba Genel Başkanımızın hassasiyeti şöyle kıvam tutuyor: Problemleri çözemeyen iktidar, millet vicdanında yer etmiş meşrutiyetini kaybeder, iktidar meşrutiyetini ancak seçimle toparlayabilir. İktidar bunu almak isterse sonbaharda yapabilir. Genel Başkanımızın bilgisi değil ama böyle bir öngörüsü var" şeklinde konuştu. 

128 milyar dolar nerede?

"128 milyar doların nereye harcandığının sorulması muhalefetin görevidir" diyen  Ağıralioğlu, sözlerinin devamında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Faiz sebeptir enflasyon sonuçtur" açıklamasını hatırlattı. Merkez Bankası rezervlerinin dövizi baskılamak için kullanıldığını savunan Ağıralioğlu, "Hem Cumhurbaşkanı haksız çıktı, hem de faizi-dövizi kontrol edemediniz. Bunun hesabını kim verecek?" dedi.

Bahçeli'nin anayasa çağrısı

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin İYİ Parti'ye yönelik yeni anayasa çağrısına da yanıt veren  Ağıralioğlu, "Biz darbe anayasasının yerine yeni bir anayasa yapılmasını isteriz ama hükümetin bizi nasıl bir anayasa yapmak istediğine ikna etmesi lazım. Kendilerine yazılmış metinler üzerinden konuşurken çok güzel şeyler söyleniyor ama uygulama öyle olmuyor. Bize uygulamanın nasıl olacağını anlatmak zorundular" ifadesini kullandı.

Ağıralioğlu'nın konuşmasından satırbaşları şöyle:

Gençlerimize sorulan suallere alınan cevaplar, Bu memlekette yaşamak istiyor musunuz, Sevdiğiniz işi yapıyor musunuz, Bu memlekette sizi için iyi bir gelecek olduğunu düşünüyor musunuz, üniversitelerin eğitimini beğeniyor musunuz, mezun olduktan sonra iş bulma imkânlarını mukayese ettiğiniz zaman ülkenizle iftihar ediyor musunuz, çoğaltabiliriz bütün sorularda sınıfta kalmış siyaset. Eğitim kalitesi düşmüş. Siyasi mevki gençlerine hem iyi bir eğitim vermek, sonra da verdiği eğitime göre iyi bir yaşam konforu sunmak zorundayken her üniversiteyi bitirene iş bulmak zorunda mıyım diyebilmiş mesela.

Gençler yurt dışına gitmek istiyor

74 üniversitemiz varmış 2002 yılında. 204, 205’e çıkmış bu her yere üniversite açmak eğitimin kalitesini Türkiye’ye yaymaktan daha çok üniversite açılan yerlere iktisadi olarak kalkındırmak gibi projeksiyona bağlanmış. Yani iyi bir eğitimle memleketi kalkındırmak yerine üniversite açarak sermaye hareketlerini para bekleyen ilçelere illere öğrencileri transfer ederek taşımaya dönmüş.  Mezunların aslında şimdi işsizlik diye feveran ettikleri bu siyasal iklimin arkasında işsizliği de gizlemişiz. Her tarafa üniversite açarak üniversitelere bir dünya insanı yığarak eğitim kalitesini de düşürmüşüz. Akademik bir enflasyon olmuş, mezuniyet enflasyonu olmuş, bir sürü mezunumuz var.  Bu mezunlardan şimdi sual ediliyor ki, size başka bir ülkenin vatandaşlığı verilse geri dönmemek üzere gider misiniz üniversiteyi bitiren çocuklarımıza, onlar bu suale bizim geleceğimizden korkmamız gerekecek kadar büyük oranlarda evet gideriz diyorlar.

Hayal kuracağı memleket sunmalıyız

Bir memleket, bizim için belki öyle değil ama gençlerimiz için hayal kurulabildiği zaman memlekettir. Yani burada işe girmek, burada evlenmek, aile kurmak, burada torunlarını sevebilmek gibi hayali memlekete bağlı hale getirmek zorundasınız. Ben burada sevdiğim işi yaparak, maddi konforumu ülkemde karnımı doyuracak çoluğumun çocuğumun rızkını, hayallerini kurduğum bir ülke olarak kendi vatanımda gerçekleştirecek, torunlarımı bu memlekette seveceğim çocuklarımı bu memlekette bırakıp giderken yani vefat edip giderken arkamda ne olacağını düşünmeyeceğim güvenli bir ülke hayali bunu sunmak zorundasınız.

Gerçek beka problemi gençler

Ben dün hassasiyet göstermek zorunda olduğumuz bir şeydi. Gençlerimiz her geçen gün beka problemi falan diye siyasetin itham alanının dışında gerçek beka problemimizi temsil ediyorlar. Yani bir memleketin gençliği bu halde ise o memleket için bir beka probleminden bahsedebilirsiniz. Yani iktidar kendi kendine borçlandırmayı çok sever. Efendim ben gidersem beka problemi olur. Hayır efendim siz gidince değil, gençlerimiz bu memleketten ümidi kesince beka problemi olur. Oysa siyaset kurumu vazifesini doğru yapmış olsaydı, bugün genç işsizlik oranımız bu haddeye varmayacaktı, işsizlik oranlarımız bu dayanılmaz hallerde olmayacaktı. Memlekette nitelikli bir eğitim verilebilseydi gençlerimize, iş bulmak imkânları çok kolaylaşacaktı. Dünyanın en saygın, en prestijli üniversitelerinden mezun olmadan sizi dünyanın en şöhretli firmaları hemen sözleşme imzalayarak kendileriyle çalışmaya ikna etmeye gayret ediyor. Bizim üniversitelerimiz böyle olmak zorunda. Bizim üniversitelerimizden yetişmiş olanlar, dünyanın en şöhretli öğrenciler, en iyi eğitim almış insanlar olmak zorundalar. Türk üniversitelerinden mezun olanların iş bulma zorluğu olmaması lazım. Şimdi bunu planlayacak bir iktidar, geleceğin güçlü yarınlarını inşa edebilir.

Siyaset kurumunun vazifesi nedir?

Siyaset kurumu tabii ki yolda kaldı. Şimdi 20 yıllık iktidar var ve her istediğini yapabilme kabiliyetine sahip bir iktidar var. Geldiğimiz Türkiye ortada. Yani yolun başlangıcında vaat edilen Türkiye ile yolun sonunda bulduğumuz Türkiye ortada. Bunu gençlerin perspektifi açısından da bakınca Türkiye'nin durumu ortada. O yüzden siyaset kurumu kesin olarak yolda kaldı. Ama gençlerimizin ümidi bu topraklara bağlı değilse, mülakat adaletsizliğinden çocuklarımızın size saygısı kalmamışsa, üniversiteyi bitirdikleri zaman babalarına mahcup olan evlatların artık kabına sığmaz hissiyatlarını artık siz bu topraklara bağlı hale getiremiyorsanız, memleketimizde bunlara aş iş imkânı sunamıyorsanız o zaman ne diye bahsedeceksin siyaset kurumunun vazifesi nedir mesela. Ona buna küfretmek mi, hakaret etmek mi, rencide etmek mi, siyasi münakaşa etmek mi efendim. Kendisine oy vermeyen insanları rencide etmek mi? Bir siyaset kurumunun vazifesi, ümidi yönetmek, ümidi güçlü kalkınmış bir ülkeye ümit oluşturmak, yani bu çok zor değildi. Vazifesi bu olanların çocuklarımızın içinde oldukları hissiyatı görüp ona göre programlar uygulaması lazım. Yani bizim birinci önceliğimiz siyaset kurumunun birinci önceliği nihayetinde tabii ki insanın insanca yaşanabilir bir Türkiye ama nihayetinde bu insanca yaşanabilir Türkiye idealinin lokomotifi gençlerdir. Gençler çalışacak gençler rekabet edilemez mallar listesine Türk markalar sokacaklar. Gençler, potansiyelimizi, girişimciliğimizi, hayallerini gerçekleştirecekler. Onlar hayallerini insanlığın hayalleriyle birleştirip yaşanabilir bir dünya liderine dönüştürecek Türkiye'de siyasetin kurumu bu. Her yerin siyaset kurumunun vazifesi bu.

“O stratejiden de haber yok”

Bizim dünyayla rekabet edebilme imkânımız yaşlılarımıza bağlı değil, Gençlerimize bağlı. Bu çocuklarımız bir şey bulacaklar, yapmayı heves ettikleri işin en iyisini yapacaklar, dünyanın taklit edilemez, rekabet edilemez mallar listesine Türk markalarını sokacaklar, Türk girişimciliğini temsil edecekler. Öyle harikulade bir performans gösterecekler ki bunlar onların performansı ile hem ülke ayağa kalkacak, hem bizim nüfuslu bölgelerimiz hem de insanca yaşanabilir bir dünya idealimiz kuvvetlenecek. Şimdi gençleri bu kadar memleketinden ümidi kesmiş ise siz bu toprakları hangi ümidi bağlı hale getirip tutacaksınız, nasıl olacak. Yani Türkiye her ihtiyaç duyanın gözünü dikip medet umduğu bir ülkedir. Şimdi burası güçlü olmak zorundadır. Güçlü olmak için ticari potansiyelin çok yüksek olması lazım. 780 - 800 milyar dolarlar seviyesine düşmüş gayrisafi milli hasılamız 3 trilyon dolar, 4 trilyon dolar olmak zorunda, 5 trilyon dolar olmak zorunda. Bunun içinde girişimcilik ruhlarını böyle değil ciddi programlarla kamçılayacağınız gençleri böyle istikbale koşturabileceğiniz bir strateji lazım. O stratejiden de haber yok, o programdan da haber yok, o vizyondan da haber yok.  

“Siyaset kurumu sınıfta kaldı”

Sabahtan akşama kadar siyaseti kendi içinde münakaşa ederken gören bu gençlerin artık siyasete de ikrah etmiş bir hissiyatı var. Yani siyasette saygın değil. Bu kadar memlekette adaletsizlik, saygınlık alanını berbat edecek şekilde yapılınca değerler alanı da saygınlığını yitirmiş. Yani artık dindarlığın saygınlığı kalmamış, milliyetçiliğin mukaddesatçılığın saygınlığı kalmamış. Efendim siyaset kurumu birbirlerine hakaret ederken böyle film replikleri gibi konuşunca tarihe karşı bir alerji hissiyatı oluşmuş, oluşturulmuş. Bu kadar savrulmayı siyaset kurumu yaptığına göre kesin olarak sorunun içinde olan şey siyaset kurumu, sınıfta kaldı.

“Büyük bir utançla karşı karşıyayız”

Türkiye'de bu gençlerimizin mesela bir kısmı şöyle olacaktır belki de. İnsanların yurt dışına eğitim programları dolayısıyla gidip firar etmeleri, sonra da bunun ortaya çıktığı andan itibaren yapılan röportajlarda, konuşan adamların 2021 yılında Türk devletinin yöneticileri gibi görülmeleri mesela. Biz ne büyük bir utançla karşı karşıyayız. Devlet marifetiyle insan kaçakçılığı yapmak, onu da böyle zaten memlekette iş bulamayacaklardı yani ‘Merd-i Kıbti sirkatin söylerken Şecaat arz ederken sirkatin söylermiş’ derler ya bu tam odur yani. Efendim bunlar zaten burada işe giremeyecekler bari gitsinler de orda işe girsinler pervasızlığına bakın siz. Nasıl bir saygınlık bekliyorsunuz Dünya’dan.   

Belediye başkanları marifetiyle din bürokrasisi marifetiyle yurt dışına insanların kaçırılabildiği, devletin resmi mühürlü pasaportlarıyla, gri pasaportlarıyla pro eğitim programlarına götürülüp insanları oralarda bırakıp gelmemek ne demektir kaçak hafriyat dökmek gibi sağa sola. O ne demek ne biçim bir münasebetsizlik. Böyle bir saçmalığın arkasından sorumluluk mevkiinde olması gereken siyaset kurumunun konuşmalarına bakın hele. Şimdi bu utanç değil midir 2021 yılında iş bulamadığınız insanların efendim bir de belediyeye yardım karşılığında, devleti şebekeye çevirmek derler buna. Devlet pasaport şebekesi midir?

Devlet böyle bize birtakım yardımlarda bulunursanız biz de size elimizdeki mühürü imzayı kanun dışı yollarla kullanıp size yurt dışına çıkış imkânı sağlayabiliriz organizasyonu mudur?

Devlet sahte pasaport organizasyonu mudur nedir bu? Böyle bir utancı nasıl değerlendireceğiz biz Kemal Sunal’ın filmlerinde olurdu bu, hatırlıyorsunuz. Tebessüm ederdik falan ama 2021 yılında böyle bir şeyle karşılaşacağımızı bana hani hiç bir muhalefet duygusuyla söyleyen hiç kimseyi ciddiye almazdım ben, başımıza gelene bak. Bu meslek bırakma sebebidir. Levent Kırca yaşasaydı meslek bırakabilirdi, Kemal Sunal diyebilirdi ki herhalde artık benim filozof olduğuma bugün bütün Türkiye kanaat getirmiştir. Şener Şen'in Kemal Sunal'ın filmleri kaç yıllık projeksiyon, bu yüzden bu çok büyük bir utançtır.

“Ülkenizin saygınlığına bulaştırdığınız bu zilleti nasıl temizleyeceksiniz”

Yani devlete gerçekten bir ciddiyet lazım diyordum ama bu benim tasavvuruma sığmaz bir şey.  Ya böyle bir şeyi hani en münasebetsiz muhalefet dese ki iktidar böyle böyle bir şey yapıyor, ortaya çıkmasa böyle bir şey inanın ben derim ki hani muhalefet etmenin de bir üslubu adabı vardır bu kadar da gözünüzü karatmamanız lazım. Yani bizim öyle değildir devletimiz diyesim gelir benim. Ama bu gerçekten yani üzerinde siyasi bir mülahaza ile söylemiyorum, üzerinde biz ne yaptık ki bu memleket bu hale geldi diye oturup sabahlara kadar düşünmemizi gerektirecek kadar, tefekkür etmemizi gerektirecek kadar, biz nerede yanlış yaptık diye oturup tövbe istiğfar edecek kadar, milletten özür dileyecek kadar, tarihten özür dileyecek kadar, devletin ihtişamlı geçmişinden özür dileyecek kadar, insanlıktan özür dileyecek kadar, şimdi siz ülkenizin saygınlığına bulaştırdığınız bu zilleti nasıl temizleyeceksiniz.  Türkiye Cumhuriyeti Devleti pasaport verdiği kurumlar marifetiyle insan kaçakçılığı yapıyor olma itibarsızlığını nasıl temizleyecek şimdi,  nedir bu. O yüzden Allah akıl fikir versin. Bütün açık yürekliliğimle şunu söyleyebilirim.

“Biz teröre gözümüzü yummadık, yummayacağız”

Bizim içimizde teröre müsamaha gösterecek bir Allah’ın kulu yoktur, Mümkün değil. Hassasiyet gösterip tonlamasını kendimizin ifade ettiği bu fezlekeler sürecinde milletvekillerimizden farklı farklı açıklamalar gibi takdim edilen şeyin hepsinin tekabül ettiği bir hakikat vardır.  Ben teröre karşı parti mesafesizliğinden ibaret bir iradeyi temsil ediyorum. Yani biz teröre hiç gözümüzü yummadık. Hiç yani gözü kapalı oy veririz oy vermeyiz tartışmasına girmeye gerek yok, biz teröre karşı gözümüzü hiç yummadık yummayacağız. Dolayısıyla fezlekelerde terörle ilgili mesafesizliği olan devlete millete hasımlığı düşmanlığı olan devlet düşmanlarıyla beraberliği olan çocuklarımızın, bin yıllık beraberliğimizin, bu topraklarda ilanihaye yaşama irademizin arkasında suikast edenlerle işbirliği yapan hiç kimseye bir toplu iğne ucu kadar müsamaha gösteremeyiz. Her zaman böyle, bundan sonrada öyle olacak.

Bu arada bazı arkadaşlarımız işte Hasan Subaşı, Antalya mebusumuz, O dedi ki; Demokrasilerde kürsü dokunulmazlığı çok önemli bir hükümdür. Yani demokrasilerdeki kürsü dokunulmazlığını böyle paldır küldür ihlal etmemek lazımdır. Ona da hassasiyet göstermek gerekir. Bu bir terör himayesi cümlesi değildir. Yani kürsü dokunulmazlığını muhafaza edeceğiz ama kırmızı çizgimiz de terör.

“Bize böyle söylememizi hükümet söyledi”

Şimdi biz 83 milyonuz Öcalan'a terörist diyoruz. 83 Milyona tek tek sual edilsin, gönlünü milletinden yana, gönlünü devletinden yana, gönlünü bayrağından yana sabitlemiş hiç kimse bu suale tereddüt etmez. Öcalan nedir, Öcalan terörist başıdır. HDP'nin yöneticilerine sorsunlar Öcalan nedir, Öcalan'a, terörist diyemiyorlar. Öcalan'a terörist diyememeleri bir tarafa Öcalan’a sanki Türkiye’deki siyasi bir mücadelenin önemli bir kilometre taşıymış muamelesi yapıyorlar. Biz onlara böyle çocuklarımızın katiline böyle şey diyemezsiniz sayın diyemezsiniz, Meclis’te anamazsınız dediğimiz zaman dönüp bize cevaben diyorlar ki; 3 - 4 sene önce hükümetle beraber söylüyorduk. Bize böyle söylememizi hükümet söyledi. Şimdi dolayısıyla orada bir toplulaştırma yapacaksak şöyle yapacağız. Teröre mesafesini kim yitirirse aynı şeyi söylüyoruz.

Yani HDP'yi kastederek söylüyorum ama efendim AK Parti'nin de iftihar ettiği işlerdi bunlar bir ara. AK Parti’de AK Parti’nin kurmayları da Öcalan’a sayın demeyi efendim suç olmaktan biz çıkardık demekle iftihar ediyorlardı bir ara.  Çok makbul bir şey yapmışlar gibi.

“Şehitlerimiz bize bakıyorlarmış gibi karar veririz”

Mesela PKK paçavralarına PKK bayrakları denmesini biz imkân dâhiline aldık ve bunları söylüyorlardı, efendim bunları hatırlatıyor HDP'nin yöneticileri. Öyleyse terör de zaman aşımı yoksa onlara da gitsin doğrudur. Yani bu mevzuda biz İYİ Parti olarak şöyle karar vereceğiz. Her mevzudaki hassasiyetimiz hep şöyle bizim; Şehit ailelerimiz genel kurul salonundaymış gibi, şehitlerimizin evlatları bize bakıyorlarmış gibi, yani gelen fezlekenin memleket millet hasımlığına, devlet millet düşmanlığına, memleketin bin yıldır burada temsil etmiş olduğu birliğe kast etmiş hangi alçaklığa, hangi suça istinat ediyorsa orada biz evlatlarımız bize bakıyormuş gibi çocuklarımız bize bakıyorlarmış gibi, şehitlerimiz bize bakıyorlarmış gibi karar veririz.

“Teröre karşı netiz.”

Şimdi uzunca zamandır iktidar bu pozisyonunu kaybettiği için bakıyorum ki muhalefete karşı avantaj kollamaya çalışıyor. Seçim sistemlerinin tartışmasında da böyle, seçim kanununu değiştirme heveslerinde de böyle, Anayasa tekliflerinde de böyle. Avantaj kollayan bir iktidar gibi görünüyorlar. Yani adaletli bir ülke hayali değil de avantaj kollayan bir iktidar. Efendim biz memlekette nasıl temsilde adaleti sağlayabiliriz değil de öyle bir sistem kuralım ki Meclis’e daha çok biz girelim. Avantaj kollayan iktidar böyle hata yapar. O yüzden ben bu fezlekeler hususunda partimiz de bir çatlak ses yok, netiz teröre karşı netiz.

“Memleketin en zeki çocuklarını bir darbe organizasyonuna payende etmişler”

İktidarın memlekette yaşatması gereken en mühim kurumun adalet mekanizması olduğunu en mühim duygunun bu memlekette hiç kimseye haksızlık yapılmaz duygusu olduğunu hatırlatıyoruz. Ondan bahisle toptancılığı izlemek zorunda olduğumuzu düşünüyoruz. Eskiden hükümet daha hassas davranmayı sorumluluk biliyordu. Fırat'ın kenarındaki kurdun kuzunun cümlelerini kurduğu zamanlar vardı Sayın Cumhurbaşkanı’nın. Fırat'ın kenarında bir kurt kuzuyu kapsa değil mi böyle cümleleri vardı şimdi kurtlara kurban olurum memleketin kuzularını kurtlar kapmış. Memlekette çocuklarımızı terör örgütleri kapmış. Memleketimizde çocuklarımızı efendim darbe teşebbüslerine bulaştırmışlar. Memleketin en zeki çocuklarını bir darbe organizasyonuna payende etmişler. Almışlar en dahi çocuklarımızı mankurtlaştırmışlar, devlet millet düşmanı yapmışlar ve gözümün önünde kurda kuzuya kurban olsunlar, çocuklarımız gitmiş.

Memlekette en zeki çocuklarımızı devşiren bir mekanizma çocuklarımızı yıllarca devşirmiş, adaletsizliğe onları alıştırmış, tecessüsü haram sayan bir dinin içerisinde bu çocukları bürokrat yapmışlar. Onun bunun kabahatini kusurunu araştırtmışlar arşivletmişler. Efendim tecessüsü haram etmiş, yalanı haram etmiş, haksızlığı haram etmiş bir dinin şerefli mensuplarıyız. Efendim soruları çalmışlar çaldırmışlar bunlara, milletin kabahatini kusurunu araştırıp onları arşivleyip şantaj yapmışlar, iftiralar atmışlar.

Bu rezaletlerin tamamını dini Mübin İslam’a hizmet ediyoruz gibi bir kılıfın içine geçirmişler. Burada şimdi Sayın Cumhurbaşkanı 18 yıllık iktidarında sorumluluk mevkiinde çok güzel bir cümle kurmuş demiş ki; Efendim ben devletin başı olarak Fırat'ın kenarındaki bir kurdun kuzunun hesabı sorulacağı adamım. Biz Fırat'ın kenarındaki kurdun yediği kuzuyu kurda bıraktık.

“Yapamıyorlar yapamayacaklar”

Bu darbecilerin bu terör örgütlerinin kaptığı kuzularımız var bizim çocuklarımız. Bunları bu örgütler kaparken, siz ne yapıyordunuz? İktidar problem çözemeyince mecbur kalır. Enflasyonu düşüremiyorlar, dövizi kontrol edemiyorlar, faizi indiremiyorlar, işsizliğe çare olmuyorlar, pandeminin sektörlerin üstüne yüklemiş olduğu ağır yüklerin kalkması için detaylı program uygulayamıyorlar, dolayısıyla çiftçinin dar gelirlinin asgari ücretlinin sesini çığlığını duymuyorlar. Bu pandemi dolayısıyla uyguladıkları tedbirlerin devlet yönetme maharetsizliği ile memleketi ne hale getirdiğini görmüyorlar. Bu peş peşe sıraladığımız bunca işin arkasında hem iktidarı grup toplantılarında da, hani doğruları yapın siz, siz doğruları yaparsanız sizin yapacağınız doğruları destekleriz biz. Yeter ki memleketi ayağa kaldırın ama siz görüyoruz ki yapamayacaksınız. Yapamayacaksanız memleket emanetini bize teslim edin demekten ibarettir. Muhalefetin aslında vazifesi ya doğruları yapın, yapamıyorsanız bize teslim edin.

“Problem çözme kabiliyetini yitirmiş iktidar”

Şimdi biz doğruları yapın diye ısrar ettik 3 yıldır. Her geçen gün sahada defalarca görüyoruz ki doğruları yapın eğer doğruları yaparsanız biz sizi destekleriz hassasiyetimiz, doğruları yapamayan, doğruları yapamadığı halde muhalefete saldıran bir iktidarla karşı karşıya. Dolayısıyla bir problem memlekette çözülme eşikleri yönetilemezse memleket için yük olur. Yoksa her memleketin problemi olur. İşsizlik de her memlekette bir yüktür, enflasyon da yüktür. Her memleket böyle bir şeyle karşılaşabilir. Esas büyük problem şudur bizce, biz İYİ Parti olarak problemlerin çözülememişliği daha büyük problemdir.

Yani işsizlik var öyle bir program uygularsınız ki işsizliği çözersiniz. İktidarın elinde her türlü salahiyet olmasına rağmen işsizliği çözemiyor olmasıdır büyük problem. Problem çözme kabiliyetini yitirmiş iktidar.

Sonbaharda seçim

O yüzden Genel Başkanımızın hassasiyeti galiba şöyle kıvam tutuyor, problemleri çözemeyen iktidar millet vicdanında yer etmiş olduğu meşruiyeti kaybeder. Meşruiyet kaybeden iktidar ancak meşruiyetini seçimle toparlayabilir. Yani seçime gideriz. Milletimiz derse ki ‘Bizi çok iyi idare ettiniz, bu son 3 yılda özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile ilgili bizden her türlü desteği istediniz bizde verdik, bizi de uçuracaktınız sağ olun bizi uçurdunuz göçürdünüz bizi. Dolayısıyla biz çok memnunuz, aynen böyle devam edin’ de diyebilir milletimiz.

Ama bu meşruiyeti yeniden almak isteyecektir iktidar. İktidar bu meşruiyeti almak isteyecekse bunu sonbaharda yapabilir diye bir öngörüsü var genel başkanımızın bir bilgisi yok ama bir öngörüsü var.

128 milyar dolar tartışması

Ben de sahada her geçen gün yapılmaya çalışılan, toparlansın ülke diye bir program hassasiyetinden çok, seçime kadar bizi götürsün suni, yapay, konjonktürel günü geçirmeye yönelik birtakım hamleler görüyorum. Bu hamleler işte bugün tartıştığımız 128 milyar doların harcanma stratejisi de bir ciddi kamu maliyesi disiplini ile değil, bir ekonomik kalkınma programıyla değil de, bizi seçime kadar itibarla götürecek işte memlekette çok büyük ekonomik kriz sansasyonel ekonomik infiale sebep olmayacak, bir eşik oluşturmak için harcanmış öyle görünüyor.

Seçmenin sesini duymayan iktidar haline geldi

Dolayısıyla bizim seçim öngörümüzün arkasında şöyle bir şey yatıyor. İktidar hükümet etme kabiliyetini yitirdi, problem çözme kabiliyetini yitirdi, dertlere derman olma kabiliyetini yitirdi. Eskiden sahada zayıfladığını görüp toparlanma imkânlarını yönetirdi AK Parti.  Tayip Bey’in daha önce birkaç seçimde sahada düşmüş oyları böyle konsolide ettiğini Türk kamuoyu biliyor ama bu sefer AK Parti seçmenleri bile bu kadar uzun süren patinajdan rahatsız. Bir sahada bir parti programı vesilesiyle gezmiyoruz. İktidar artık duymayan, anlamayan, empati yapmayan, kendisini seçenlerin bile sesini duyamayan bir iktidar haline geldi.

Biz sahada duyan, duyuran, anlamaya çalışan, anladıklarını iktidara anlatmaya çalışan bir partiyi temsil ediyoruz. Şimdi esas sual edilen şey şu; enflasyonla faiz arasındaki ilişkiyi, Sayın Cumhurbaşkanı'nın dediği gibi olduğunu ispatlamak için, yani faizle enflasyon arasında faizle döviz arasındaki o münasebetsiz para harcama organizasyonunu bu hale dönüştüren şey Sayın Cumhurbaşkanı’nın ekonomik doktrini.

“Bunun hesabını kim verecek?”

Sayın Cumhurbaşkanı dedi ki; Enflasyon faiz sebeptir, enflasyon sonuçtur ters. Faiz yükseltmemek için faizi yükselterek dövizi kontrol etmemek için Merkez Bankası'nın rezervlerini dövizi baskılamak için kullanmışsınız görünen bu, çok basit olarak görülen bu. Yani Sayın Cumhurbaşkanı iddiasıyla terse düşünmeyelim. Sayın Cumhurbaşkanı iddiası ne kadar tutarlı bir iddiadır bunu anlatmaya çalışmışsınız buna inanmışsınız siz. Sonra siz bu inandığınız şeye milleti de inandırmak için hazinenin elindeki Merkez Bankası’ndaki 128 Milyar dolar parayı bir şekilde bu iktisadi teoriyi gerçekleştirmek için kullanmışsınız.

Şimdi gerçekleştirdiğiniz harcamaların böyle bir sonuç doğurmasını eğer bize göstermiş olsaydınız biz de düşünebilirdik diyebilirdik ki ya gerçekten Sayın Cumhurbaşkanı haklı çıktı. Şimdi hem Sayın Cumhurbaşkanı haksız çıktı, hem dövizi kontrol edemedik, hem faizi kontrol edemedik, hem enflasyonu kontrol edemedik. Şimdi ne oldu bunun hesabını kim verecek?

Bir de demokratik toplumlarda hesap vermek diye bir mekanizma vardır bizim arkadaşlarımız pek aşina değiller. Cumhuriyet tarihi boyunca yapıp ettiklerimizin bunun ne kadar büyük para olduğunu milletimiz doğru anlasın diye söylüyorum.

http://www.ankaramasasi.com/haber/721735/agiraliogludan-belediye-destegi-ile-iltica-olayina-tepki
İlginizi Çekebilir

Yorumlar (0)

Yorumunuz İletilmiştir.