Anadolu'nun manevi mimarları: Şâbân-ı Velî Hazretleri

İslam alimlerinin hayatlarını Ankara Masası mercek altına alıyor. Yaklaşık 2 ay sürecek yazı dizisinin 45. bölümünde Şâbân-ı Velî Hazretleri'nin hayatı var.
Ankara Masası
|
29 Mayıs 2021, Cumartesi - 11:00
Anadolu'nun manevi mimarları: Şâbân-ı Velî Hazretleri


Dua ordusunun komutanları, hayatlarını İslam dinini daha iyi anlatabilmek için adayanlar...

Onlar Allah dostları, gönül sultanları, Anadolu’nun manevi mimarları…

Söz sarrafı, gönül aynası Yûnus Emre Hazretleri'nin birbirinden değerli mısralarla anlattığı büyük gönül sultânı Ahi Evran Hazretleri'nden, ömrünü Hak ve ilim yoluna adayan Hacıveyiszâde Mustafa Efendi'ye; ilmi ve mâneviyâtıyla 18. yüzyıl tasavvuf ve kültür hayatını derinden etkilemiş Hazreti Pir Nûreddîn Cerrâhî'den, ezel dünyâsında verdiği söz üzere yaşayıp, ahde vefâsına tam bir sadâkatle, ebedî âlemin aşk-ı ateşiyle yanmış gönül sultânı Şeyh Vefâ Hazretleri'ne kadar İslam alimlerinin hayatları Ankara Masası okuyucusu ile buluşuyor.

Yaklaşık 2 ay boyunca sürecek yazı dizisinin 45. bölümü sizlerle...

ŞÂBÂN-I VELÎ HAZRETLERİ

Mazhâr-ı sırr-ı Ali Hazret-i Şâbân-ı Velî

İlm ü irfânı celî Hazret-i Şâbân-ı Velî

Nûr-u kutbiyyet ile rehber-i uşşak olmuş

Bu cihâna geleli Hazret-i Şâbân-ı Velî

16. yüzyıldan bu yana Anadolu’dan dünyâya uzanan mânevî iklime aşk ve mânâ salmış en önemli velîlerden biridir Pir Hacı Şâbân-ı Velî Hazretleri (k.s)…

Hayâtı aşk ve ilme dayanan Hacı Şâbân-ı Velî, yetiştirdiği 300 den fazla talebe ile Kastamonu'dan Anadolu'ya, Yemen’den, Hicaz’a kadar dünyânın dört bir yanına ilim ve irfan yaymış olan büyük mutasavvıf Şâbân-ı Velî, pek çok âşık ve ârif kişi yetiştirmiştir. Halvetiyye Tarîkatiyle başlayan tasavvuf hayâtının ardından, talebeleri, onun aşk ve ilim mîrâsını, Şâbâniyye ismini verdikleri tarîkat yoluyla devam ettirmiştir. Kerâmetlerinden dolayı halk tarafından “velî” lakabını alan Şâban Efendi, çok erken yaşta hâfız olması, daha sonra da Hac görevini yerine getirdiği için “Hacı Hâfız Şâbân-ı Velî” olarak da anılmıştır. 

Şâbân-ı Velî Hazretleri'nin doğum tarihi ve yeri

Hacı Şâbân-ı Velî Hazretleri Kastamonu’ya bağlı Taşköprü ilçesinin Gökçeağaç bucağı, Çakırçayı köyü Cimdar mahallesinde doğar. Doğum târihi kesin olmamakla birlikte, müze kayıtlarına göre 1497 yılında dünyâya gelir. Osmanzâde Hüseyin Vassaf Efendi’nin Sefîne-i Evliyâ adlı eserinde bu târih 1499 olarak belirtilir. Hacı Şâbân-ı Velî henüz dünyâya gelmeden babasını, ardından da 3 yaşında annesini kaybeder. O dönemde, hayırsever bir kadın kendisini evlât edinir. Büyük velînin bu hâli, Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed’e (S.A.S) sütannelik ve dâyelik yapan Hz. Hâlime’nin şefkat ve muhabbetini hatırlatır. Kimi kaynaklara göre, bu hayırsever kadın Şâban Velî’nin İstanbul’da okuduğu dönemde vefat eder. Zîra büyük âlimin sonraki dönemlerinde adının hiç geçmemesi bu kanıyı güçlendirir.

Şâbân-ı Velî Hazretleri'nin hayatı

Okumaya çok hevesli olan Şâban-ı Velî, ilk tahsilini Taşköprü’de Abdürrezzak Câmii Türbesi’nde medfun Osmanoğlu Hacı Velî’den alır. Kastamonu’daki eğitiminin ardından, Fâtih Sultan Mehmed tarafından İstanbul’un fethinden sonra kurulan Sahn-ı Seman medresesine girerek, yüksek öğrenimine başlar. Büyük müderris Şâbân-ı Velî Tefsir ve Hadis konularında bir hayli uzmandır. Zaten Kastamonu’da eğitim veren hocaları da bu ilimlerde Şâbân Velî’nin bir hayli hızlı yol aldığını gözlemlemiş ve kendisine İstanbul’a gitmeden icâzet vermiştir.

Kesin olmamakla birlikte Şâbân-ı Velî İstanbul’da dokuz sene kalır. Bu süre zarfında eğitimini tamamlarken, bir yandan da Eyüp Câmii’nde kürsü şeyhliği ve dersiamlık yapar. Şâbân-ı Velî zâhirî ilimlerin kendisini tatmin etmediğini anlamaya başlar. Eksikliğini fark ettiği ama adını koyamadığı bir şeyler vardır. Kendisini sükûnete erdirecek devânın tasavvuf olduğunu düşünerek İstanbul’daki bazı şeyhlerle görüşür, ancak aradığını kimsede bulamaz. İlâhî sırlara da vâsıl olmayı arzulayan ve bâtınî ilmi tahsil etmeye kararlı olan Hz. Pir¸ kendisini irfan yolunda irşad edecek bir mürşid-i kâmil aramaya başlar.

Tekke tekke dolaşıp zikir meydanlarına katılan Hacı Şaban Velî için İstanbul’da yaşadığı iç sıkıntısına bir çâre yoktur. İstanbul’da aldığı eğitimin ardından yönünü bulmak isterken bir rüyâ görür. Rüyâsında “Sılaya dön, sana kurtuluş oradadır" denilerek memleketi işâret edilir. Aldığı işâretle berâber memleketine dönmek üzere yola çıkan Şâbân-ı Velî, kara yoluyla Bolu’ya gelir. Cemal Halvetî’nin halîfesi Hayreddîn-i Tokâdî Hazretlerinin şânını duyar. Kalbinde bu zâtı ziyâret etmek için büyük bir şevk belirir. Arkadaşlarıyla berâber Kastamonu’ya doğru yola çıkan Hacı Şaban Velî, Hayreddîn-i Tokâdî Hazretlerini ziyâret etmeye karar verir. Kaynaklara göre bu buluşma 1519 yılına tekâbül eder. Bolu’da dergâhı ziyâret eden Şâbân-ı Velî, onca iç sıkıntının ve arayışın ardından, aradığını Hayreddîn Tokâdî Hazretlerinde bulur, tam bir teslimiyetle gönlünü açar. İçinde bulunduğu hâli bir bir anlatır ve Tokâdî Hazretleri de onu müridliğe kabul eder.

Sefîne-i Evliyâ’da, “Şeyh Şâbân-ı Velî’nin Hayreddîn-i Tokadî’nin yanında ne kadar kaldığı mâlûm değildir.” denilirken, bazı kaynaklarda on iki sene onun yanında kaldığı yazar.Bu zaman zarfında şeyhinin hizmetinde bulunarak zâhirî ve bâtınî ilimlerde hayli yol alır. Nefsini ve rûhunu mürşidi yoluna adar. Sonunda mazhâr-ı hilâfet olur. Hayreddîn Tokadî Hazretleri, hilâfet duâsını yaptıktan sonra ona icâzet vererek:

”Sana hilâfet verildi, memleketine dön! İrşad soframızı orada kurarak âşık ve sâdıkları irşad edip tarîkatı neşret” buyurur.

Şâbân-ı Velî seyri sülûkunu tamamlayıp irşad ve hilâfet makâmına eriştikten sonra, şeyhi Hayreddîn Tokâdî’yi dinleyerek Kastamonu’ya doğru yola çıkar. Kaynaklarda bu târih 1530-1531 olarak geçer. Rivâyet odur ki, Halvetîlik tarîkatının Kastamonu ve civârındaki temsilcisi olan Seyyid Sünnetî Hazretleri, vefât etmeden önce, kendisinden sonra yolunu devam ettirecek bir halîfesi olmadığı için çok üzülür. Hızır Aleyhisselam mânâ âleminde, kendisine “seccâdesinin bir süre boş kalacağını ancak daha sonra çok değerli bir hakîkat eri tarafından yolunun devam edeceği” müjdesini verir Seyyid Sünnetî’ye. Yaradılışı Halvete çok müsâit olan Şâbân-ı Velî, Kastamonu’ya gelince pek tanınmak istemez ve halvette kalmayı tercih ederek, Seyyid Sünnetî’nin Hisarardı semtinde zâviye olarak yaptırdığı mescide yerleşir. Kısa süre sonra da yakındaki Cemal Ağa Câmii’nde halvete çekilir.

Bir rivâyete göre Hacı Şâban’ın dervişliğinden anlamayan bir kimse, fakr-u zarûret içinde olduğunu zannederek ona çobanlık yapıp koyun gütmesini bile teklif eder. Şâbân-ı Velî ise “biz buraya halkı riâyet etmeye geldik.” diyerek vazîfesini işâret buyurur.

Günlerini zikir ve ibâdetle geçiren Şâbân-ı Velî’nin büyüklüğünü anlayan insanlar kısa zamanda etrafında halka olmaya başlar. Şâbân-ı Velî dergâhının beşinci şeyhi Ömer Fuâdî’nin Menâkıb-ı Şeyh Şâbân-ı Velî adlı eserinde anlattığına göre, “erbâb-ı velâyetten, hâli ve kemâli gizli azizlerden” olan Hacı Seydî ve Çatak Baba’nın ısrarıyla, Hacı Şâbân tekrar Seyyid Sünnetî Mescidi’ne döner. Orada çok defa erbain çıkarıp, halvette kalır. Daha fazla insanın istifâdesi için dervişlerin ısrârıyla Şeyh Şaban şehir merkezindeki Honsalar Câmii’ne taşınır. Burada iyice tanınan Hazreti Pîr’in kerâmetleri dilden dile dolaşmaya başlar. Ve bundan sonra, Şâbân-ı Velî ismiyle anılır olur. Honsalar Câmii, Atabey Gazi Mahallesi’nde çıkan bir yangında kül olur. Câmiyi yeniden yaptırmak isteyen dervişlere Şaban Efendi izin vermeyerek: “Bu yanıkta bir hikmet vardır” der. Ardından da Şâbân-ı Velî Seyyid Sünnetî mescidine yakın Eyüp Halîfe tarafından bağışlanan bir eve geçer. Bu ev uzun yıllar boyunca Şâbâniyye tarîkatının asitânesi olarak kullanılır. Hacı Şâban kendisinden sonraki şeyhlerin de orada ikâmet ve hizmet etmeleri için bir vakıfnâme hazırlattır. “Şeriat bademin kabuğu, tarîkat özüdür.” diyerek şeriat-hakîkat dengesini gözeten Şâbân-ı Velî burada 360 kişiye hilâfet duâsı eder.

Hem zâhir hem bâtıni ilimlerde bir deryâ olan Hacı Şâbân-ı Velî’nin ünü şehirleri aşar. Ulemâdan birçok kimse kendisini ziyâret ederek derslerine katılır. Hazretin¸ burada erbainini tamamlaması ile hâli¸ halk nazarında açığa çıkmaya başlar. Onun yüce kişiliğini görenler ve onu anlamaya başlayanlar¸ yavaş yavaş onun sohbet halkasını genişletir. Hz. Pîr’in¸ zâhirî ilimlerle başlayarak bir süre devam ettirdiği câmi sohbetleri¸ zamanla yerini bâtınî ilimlere bırakarak tasavvufî irşâda dönüşür.

Riyâzet ve ibâdete düşkün olan Şâbân-ı Velî hayâtının son yedi yılını dergâhta halvethânede geçirir. Bu süre içinde namazlarını tayyi zaman, tayyi mekân ile Kâbe’de kıldığı rivâyet edilir.

Müridlerine, mârifetullah kapılarının ancak ibâdet ve riyâzetle açılacağını anlatan Şâbân-ı Velî irfan yolcularına şöyle duâ eder:

Tarîkate intisâb eden bir mürid marifetullah sırlarına ulaşmadan ölürse, o kimseye son nefesinde tevhid zevkinin duyurulması, müridlerin cinlerin ve büyücülerin şerrinden korunması, Kıyâmete dek, tarîkatinde âriflerin eksik olmaması”

Halvetiyye tarîkatının en önemli kişilerinden, Seyyid Yahyâ Şirvânî, Şâban Velî Hazretlerini, "Pîr-i Sakaleyn Kutbû'l Âlemü'l Fiddareyn Bilâ Niza es Sultan eş Şeyh Şâbân-ı Velî (K.S) Kastamonî" diye tanımlar.

Hz. Pîr döneminde yetişen Şabânî büyüklerinden Muslihüddîn Vahyî'nin Miâcü'l-Beyân adlı eserinden öğrendiğimize göre, Hz. Pîr Şabân-ı Velî aşk, cezbe ve melâmet ile Hakk'a ulaşmış bir "şuttâr"dır. Onun erkânına mensub kişiler de, şeriat ve hakîkat makamlarını dengede tutmuşlar, hakîkati içlerinde şeriatı dışlarında şiar edinmişlerdir.

Vahyî Hz. Pîr'in mizâcıyla ilgili olarak da şöyle yazar:

“O, velîler tahtına sultan olan bir kâmildir. Hakk'a vâsıl ve ârif, Allah kelâmının sırlarını keşfeden bir zâttır. Her kime zerre kadar himmet etse, o kişi Allah'a yakîn kullardan olur. Âlemin kutbu, Tanrı'nın gavsı bir şuttâr, yani cezbe ve melâmet ile Hakk'a ulaşmış bir âşıktır. Hz. Ali'nin sırrı onun sermâyesidir. O, velâyet nûrunun kaynağıdır. Feyz ve kerâmet sâhibidir. Tanrı dostları, onun buyruklarını dinleyip, yerine getirirler. Zîra o âlemin kutbu, üçlerin reisidir. Ledün ilminin mazhârı; Tanrı yolunun kervanına yol gösteren kılavuzdur. Yokluk tahtının hükümdârı olduğundan, can ve gönül, emrine tâbi bendeleridir. O ledün ilminden ders verir. Hz. Pîr’in verdiği ledün ilminden bir parça okuyan gönül çocuğu, aradığı hakîkatten bir işâret bulur. Hiç bir müşkülü kalmaz. Kendine perde olan eski bilgilerinden kurtulur. Varlığını onda yok eder. Yokluk suyundan abdest alır, gönül gözüne sır görünür. Fiil ve sıfatları yok olur, zât nûrundan nefsine yokluk makâmının sırrı ulaşır. İkilik perdesini yok eder. Varlık âlemini uyandırır, eşyâdan Hayy ve Kayyum olan varlık yüz gösterir. Benliğinden eser kalmaz. Hak'tan canına basîret nûru erişir, gönül gözü açılır. Bu varlık âlemini harâb edip, varlığın Hak ile kâim olduğunu anlar. Aşk meyhânesine ayak basar. Bekâ sâkisinin elinden bir şarap içer.”

Müridlerine son derece şefkatli olan Şâbân-ı Velî, vefâtına yakın müridlerini etrâfına toplayarak onlara duâ ve nasîhatlerde bulunur. O esnâda yanında olan halîfesi Süleymâniye Câmi vâizi Muharrem Efendi’ye İstanbul’a dönmek için acele etmemesini, cenâze namazını kıldırdıktan sonra dönmesini söyleyerek, vefâtını da haber verir. “Eyledi Şaban Efendi azm-i dildâr-ı cinân” mısrasıyla vefâtına târih düşürülen Şâbân-ı Velî Hazretleri, 4 Mayıs 1569 târihinde Hakk’a yürür. Cenâzesi halîfelerinden Muharrem Efendi ve Muzaffer Dede tarafından gasledilerek, büyük bir kalabalıkla berâber tekkenin bahçesine defnedilir.

Hazreti Pîr’den sonra Şeyh Osman Efendi, Hayreddîn Efendi, Şeyh Abdülbâkî ve Muhiddîn Efendi seccâdeye otururken, bunlardan sonra Hacı Şâban’ın vefâtında 9 yaşında olan Şeyh Ömer Fuâdî postnişin olur.

Hacı Şâban’ın hayâtıyla ilgili önemli birçok bilgi, Şeyh Ömer Fuâdî’nin Şâbân-ı Velî Menakıbnâmesi adlı eserinde yer alır. 1604–1636 yılları arasında Postnişin olan Ömer Fuâdî’nin kabri de, türbe içinde yer alır. Sefîne-i Evliyâ'da Şâbân-ı Velî'nin Yahyâ Efendi adında bir oğlunun olduğu kayıtlıdır. İstanbul'da Eyüp Câmii kürsü şeyhliğinde bulunan ve çağının önde gelen âlimlerinden olduğu söylenen Yahyâ Efendi, Şâbân-ı Velî'nin vefâtı üzerine altıncı postnişin, Çorumlu İsmâil Efendi'den irşad görür, yüz yaşını aşmış olduğu halde 1671 yılında Hakk’a yürür. Oğlu Şeyh Münteha Efendi ve onun neslinden gelenler de şeyh olarak görev yapar. Dördüncü göbekten torununun adının Şeyh Şaban olarak anılması da, bunların Hz. Pîr'e nispetini güçlendirmektedir. Ancak, Yahyâ Efendi'nin yüz yaşından fazla yaşamış olması, onun Şâbân-ı Velî'nin oğlu değil de torunu olabileceğini düşündürmektedir Bazı kaynaklarda Şeyh Muhammed Nasuhi’nin de "Şeyh Şâbân-ı Velî ahfadından veya neslinden" olduğunun söylenmesi, Hz. Pîr'in neslinin yürüdüğü yolundaki kanaati desteklemektedir.

Şâbâniyye tarîkatı 16. yüzyılda Kastamonu ve civârında, 17. yüzyılda ise İstanbul’da yaygınlık kazanır, bu yüzyıldan sonra Anadolu, Suriye, Hicaz, Hindistan, Mısır, Kuzey Afrika ve Balkanlar’a kadar uzanır. Şâbâniyye tarîkatinin yaygınlaşması ve kurumsallaşması ise Karabaş Velî ile birlikte olur. Şâbâniyye’nin ikinci pîri sayılan Karabaş Velî Hazretleri, 1670 yılından Limni Adası’na sürgün edilir, 1679 yılına kadar da Üsküdar Atik Vâlide Sultan Dergâhı’nın postnişini olur. Tekkenin son şeyhi ise, 1942 yılında vefat eden şâir ve edip Mehmed Ataullah Armay Efendi’dir.

Şâbân-ı Velî Hazretleri'nin eserleri

Şâbâniyye tekkelerinde Hadis, Tefsir, Mesnevî derslerinin yanı sıra, El Sanatları ve Musıkîye de büyük önem verilmiştir. Bestekâr Mustafa Zekâi Dede, Müfessir Elmalılı Hamdi Yazır, Babanzâde Ahmed Naim, Süheyl Ünver Talvetî-Şabanî irfan geleneğinden feyz almış son döneme damgasını vuran önemli şahsiyetlerden yalnızca birkaçıdır. Bilindiği kadarıyla Şâbân-ı Velî’nin Ömer Fuâdî’den başka menâkıbını yazan olmamıştır. Ömer Fuâdî, Şâbân-ı Velî’nin halîfesinin halîfesidir. Ömer Fuâdî’nin bir geniş ve biri özet hâlinde iki menâkıbnâme yazdığı ve geniş olanının kaybolduğu rivâyet edilmektedir. Özet hâlinde olanı ise hicrî 1294’de basılmıştır.Kastamonu Genel Kütüphânesi’nde Dadaylı Şeyhülislâm Sâdi Çelebi’nin Hâşiyet-ü Envâri’t-Tenziladlı ve çok değerli kitabı ile berâber ciltlenmiş bir tecvid vardır ki bu Türkçe’dir. Lisan bakımından orijinal ve ilim îtibârı ile mühim bir vesîkadır.

Aynı kütüphânenin yazmalar kısmında 673, 806, 3012 numaralı kitaplar Şâbân-ı Velî’nin dışarıda birer nüshasına rastlamadığımız eserlerindendir. Tosya Şer’iyye mahkemesince tanzim edilip cumhuriyet savcılığı makâmınca Kastamonu Müzesi’ne devredilen şer’iye verâset ilâmlarında Şâbân-ı Velî’nin bir eseri kaydına tesadüf etmekteyiz. Araştırmalar devam ederse belki de daha birçok eseri meydana çıkacaktır.

Hz. Pir hakkında pek çok kitaplar yazılmıştır. Duyulmasını istemediği hal ve kerâmeti, birçok kişi tarafından zâhir olmuştur. Şeyh Şâbân-ı Velî, öylesine tevâzu sâhibidir ki, çokları kendisini ümmî bile sanmıştır.Allah'ın âşık ve sâdık gönül dostlarından biri olan Pir Şâbân-ı Velî Hazretleri hakkında gerek halîfeleri, gerek dervişleri arasında yıllarca pek çok methiyeler söylenmiş ve yazılmıştır. Bunlar arasından en meşhur olanlarından biri de şöyledir:

Seher vaktinin yeliyiz

Sırr-ı hakîkat diliyiz

Mecnûn'a Leylâ eliyiz

Biz Şa'bânî bülbülüyüz

Vahdet bağının gülüyüz

Bize gelen irfan olur

Hayvân iken insân olur

Sırr-ı câna cânan olur

Biz Şa'bânî bülbülüyüz

Vahdet bağının gülüyüz

Şeyh Sâdık

Şâbân-ı Velî Hazretleri'nin türbesi

Hacı Şâbân-ı Velî’nin Kastamonu’da Eski Kale eteğinde bulunan türbesi bugün, dünyânın dört bir yanından gelen âşıklar tarafından hâlâ ziyâret edilmektedir. Anadolu’dan tüm âşıkların gönlüne giren Hacı Şaban Velî Hazretlerinin türbe inşâsına ilk defa Sultan Ahmed’in şehzâdesi Sultan Osman zamânında başlanır. Türbenin ustası Ömer Kethüdâ israf ettiği gerekçesiyle Nasuh Paşa tarafından îdam edilir ve inşaat yarım kalır. İnşaatın durdurulmasından iki sene sonra Küre nâhiyesinde, kadı görevinde bulunan Bolu ulemâsından Akkaş Hibetullah Efendi adındaki bir zat ile dergâh-ı hümâyun kapıcıbaşılarından Mehmed Ağa’nın yardım ve gayretleriyle türbenin inşâsına yeniden başlanır. Halkın bilhassa Şâbâniyye tarîkatı müntesiblerinin yardımıyla 1611 târihînde türbenin inşaatı bitirilir.

Şâbân-ı Velî Külliyesi Kastamonu kalesinin batı yüzüne geldiği için Hisarardı denilen kesimde Gümüşlüce deresinin ağzındadır. Burada büyük bir câmi-dergâh, bir türbe- türbenin bitişiğinde de bir kütüphâne vardır. Burası bugün Şâbân-ı Velî Müzesi olarak hizmet vermektedir.

Hacı Şâbân-ı Velî’ye âit olan Tâc-ı Şerîf, bir adet gömlek, âsa, tesbih ve seccâdeler de günümüze ulaşmış, ancak bunların bir kısmı yakın târihte türbeden çalınmıştır.

Külliyenin tamâmı bir taş duvarla çevrilidir. Külliyeye bu duvardan açılan iki kapı ile girilmektedir. Güney tarafında bulunan kapının yüzündeki kitâbeden dergâh ve müştemilâtının 1845 yılında Abdülmecid tarafından tamir ettirildiği anlaşılmaktadır.

Kapının iç tarafındaki kitâbeden ise külliyenin 1778 yılında Sadrâzam Mehmed Paşa tarafından tamir ettirildiği anlaşılmaktadır. Bu kapıdan girince solda camii-dergâh, sağda ise türbe binaları vardır. Hazreti Pîr’in halvete girdiği yer câmiye girince sağdaki taraftadır. Bugün bu halvetin kapısı üzerinde bulunan levhada Hz. Pîr’in şu sözü yazılıdır:

Âşıkanın Kâbe’sidir bu makam

Kim ki nâkıs gelse bunda olur tamam

Bugün Hz. Pîr'in külliyesi, 12 ay boyunca ziyâret edilmektedir. Bu sebeple de oldukça müzeyyen ve bakımlıdır. Külliyenin câmi, etkin durumda olup burada beş vakit namaz kılınmaktadır. Câminin ikinci ve üçüncü katında dervişlerin çok sayıda halvethâneleri mevcut olup hâlen ziyâret edilmektedir. Kastamonu’daki bu irfan ocağı, tekke ve zâviyelerin kapatıldığı 1925 târihine kadar hizmet vermiş ve 17 şeyh Şâbânî geleneğini Kastamonu’da devam ettirmiştir. Zaman içinde birçok kez onarım gören tekke, 1950 yılında vakıflar genel müdürlüğü tarafından tekrar onarılmış ve minâresi yenilenmiştir.1611 yılında câmiyle birlikte inşâ edilen kütüphânede, 1922 yılında yapılan kayıtta 29’u el yazması 239 kitap bulunduğu belirtiliyor. Kütüphâne bugün câmi ile birlikte ibâdethâne olarak kullanılmakta. Türbenin yakınından çıkan ve âsa suyu denen suyun zemzem suyu olduğu, denizde fırtınaya tutulanların Hz. Pîr’in yardımı ile kurtulduğu, Hacc’a gidip dönemeyen bir köylünün Hz. Pîr’in himmeti ile birdenbire köyüne döndüğü, hasta kimselerin duâsıyla şifâ bulduğuna inanılan Hacı Şâban’ın bir sıfatı da Mürşidü’s- Sakaleyn’dir. Hem insanların hem de cinnîlerin terbiyesiyle meşguldür ki, üç yüz altmış halîfesine cinnîler üzerinde tasarruf kâbiliyeti verdiği ve bunların insanları cinnîlerin zararlarından koruduğuna inanılır. Hazret-i Pîr’in:

“Bize kahır yüzünden gelenler lütûf gördüler

Bilmem ki lütuf yüzünden gelenler ne olur”

dizeleriyle ilgili latif bir menkıbe anlatılır:

Dönemin Hıristiyan tebaasından biri pek yoksul düşer ve şehirdeki hırsız çetesinden yardım isteyerek aralarına katılmak ister. Ancak hırsız çetesi bir şartla onu kabul edeceklerini söyler. Hacı Şâbân-ı Velî tekkesinde çok kıymetli bir sandalye vardır. Zengin bir dost tarafından hediye edilen bu sandalyeyi çalması gerekir bu fakirin.

3 gün, 5 gün derken 40 gün geçer, hırsız sabırla beklemektedir. Kırkıncı gün Kırklar meclisinden bir eren âhirete göçer ve yerinin doldurulması için Hacı Şâban’a müracaat eder. Hazret-i Pir “Kırk gündür odamıza girmek için bekleyen bir Hıristiyan var, Allah’ın hidâyeti ulaşmıştır. Kendisini münâsip gördüm” der. Yakalanarak huzûra getirilen hırsız Müslüman olur ve ricâl-i gaybe, kırklar meclisine karışır.

Hz. Peygamber (s.a.v) “Kim ölü bir toprağı ihyâ ederse, o toprak onundur.” buyurur. Allah dostlarının gayret ve himmetleriyle hayat bulan İslam coğrafyası, hâlâ onların tasarrufu altındadır şüphesiz. Hacı Şâbân-ı Veli Hazretleri, halvete ve riyâzete önem vermiş, "Oruçlu ağzın zikri, mârifetullah kapısının anahtarıdır” demiştir. Duâ isteğiyle gelenlere yardımcı olarak kanaat ve tevekkülle dolu bir ömür geçirmiştir. Eline geçen parayı ihtiyaç sâhipleri için harcamıştır. Atâi, Hz. Pîr'in hediye ve maaş kabul etmediğini, kendi ekip, diktiği ile geçindiğini yazmıştır. Uzlet ve îtikâfa böylesine önem veren bir mürşidin ziraatla uğraşması pek muhtemel değildir. Belki de, ziraatla uğraşan bazı dervişlerin ürünlerini dergâha getirdiklerini söylemek daha doğrudur.

Şâbân-ı Velî sözden çok öze önem verdiğinden herhangi bir yazılı eser bırakmamıştır. Onun en büyük eseri yetiştirdiği kâmiller ve bugün kendisini hâlâ dilinden düşürmeyen âşıklardır. Geride kalan muhibbanları bu gün de hâlâ aşk ile seslenir Hacı Şaban Velî’ye…

Anladım bir bahr-i bî-pâyân imiş Şâban Dede

Küntü kenzin gevherine kân imiş Şâban Dede

Âlem-i ulvîde her dem Mahviyâ seyrân eder

Himmet-i âlâ aliyyü’ş-şân imiş Şâban Dede

Mahvî Hasan Çelebi Efendi

Resûlullah (s.a.v) gibi öksüz ve yetim başladığı ömrünü, müridleri ve sevenleriyle, dolu dolu aşk ve muhabbetle sürdürmüş bir gönül sultânıdır Hacı Şâbân-ı Velî Hazretleri (k.s)…

Yazan: Nevin Şahin

http://www.ankaramasasi.com/haber/782746/anadolunun-manevi-mimarlari-sbn-i-vel-hazretleri
İlginizi Çekebilir

Yorumlar (0)

Yorumunuz İletilmiştir.