Sorunun peşinde

İsmail Kılıçarslan
|

Bir ressama gittim ilkin. Kenarlardan daralmış, grisi fazla bir gökyüzü çizmenin peşindeydi. İzledim onu. Fırçaları tuvale vuruşuna dikkat kesildim. Sonra sordum: “Ey renklerin efendisi. Paletinde kuşlar, yalnızlıklar ve kalbi kırılmışlar saklayan büyük ressam. Söyler misin bana? Benim bu çaresizliğimin bir rengi olsaydı, ne olurdu o?”

Ressam, çizdiği gökyüzünden ayırmadı gözlerini. Sandım ki sorumla ilgilenmiyor. Cevap vermeyecek bana. Canım sıkıldı. Kalkmaya yeltendim. Yekindim. “Kehribar” dedi, “senin çaresizliğinin rengi kehribar olur ancak. Bazı saçların, bazı gözlerin, bazı kolyelerin, hatta bazı tespihlerin rengi olarak değil ama. Ateş görmüş çocukların, menenjitin, suçiçeğinin, kızamığın rengi olarak kehribar. Sirkeli bezlerin, buz kalıplarının, duaların ve sabahlamaların kehribarı... Kaçırılmış vapurların, yakalanamamış trenlerin, çaresiz el sallamaların, ağlamak için arkanı dönmeyi beklemelerin kehribarı.”

Bir dervişin yanına uğradım sonra. Yüksek bir tepeden aşağıdaki gölü seyrediyordu. Taşlardan bir ocak yapmış, iyice kararmış tenceresini üzerine koymuş, adını bilmediğim bir çorbayı kaynatmaktaydı. Uzun uzun izledim tahta kaşığın o sıvıda oluşturduğu dalgalanmaları. Sanki çorba benmişim ve tahta kaşığın rengi de kehribarmış gibi. Sordum sonra. Çünkü sormaya gelmiştim. Sormak için çıkmıştım yola. Yolun kendisi cevap bulmak için değil, soru sormak içindi. Sordum: “Ey kanaat etmelerin, dili damağa yapıştırmaların, dünyaya eyvallah etmemelerin dervişi. Söyler misin bana? Nasıl engel olabilir insan bu derin sızıya?”

Yazının Devamı İçin Tıklayınız

http://www.ankaramasasi.com/makale/51812/sorunun-pesinde

Yorumlar (0)