Neslihan Çevik: “TÜFE yüzde 70, bıçak kemiğe dayandı”

Demokrat Parti Sözcüsü Neslihan Çevik “Körfez’in sıcak parasına yaslı ekonomi politikasının çöküşü ile “ensar” söylemi arkasına sakladıkları “göçmen” simsarlığı, toplumsal bir sorun haline geldi” dedi. Çevik, ekonomide yaşananlara da değinirken "ÜFE yüzde 70'e çıktı, bıçak kemiğe dayandı" ifadelerini kullandı.
Ankara Masası
|
11 Mayıs 2022, Çarşamba - 17:12
Neslihan Çevik: “TÜFE yüzde 70, bıçak kemiğe dayandı”

Demokrat Parti Sözcüsü Neslihan Çevik, yaptığı haftalık basın açıklamasında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Demokrat Parti Genel Başkan Yardımcısı Parti Sözcüsü Dr. Neslihan Çevik, yaptığı açıklamada açıklanan son enflasyon rakamları üzerinden ekonomiyi değerlendirirken millet adına bıçağın kemiğe dayandığını ifade ederek AKP’nin iktidarda kaldığı her geçen gün milletin umutlarını daha da düşürdüğünü söyledi.

Çevik açıklamasında şunları kaydetti:

"TÜFE yüzde 70'e çıktı, bıçak kemiğe dayandı"

Açıkladığı istatistiklerle Majestelerinin histeri krizlerini engelleme, kendisini memnun etme ve manipüle edilen sonuçlarla vatandaşın sofrasından ekmeğini çalma kurumu haline gelmiş TÜİK bile enflasyonu yüzde 69.97 olarak hesapladı.

ENA Grup hesaplamalarında ise Tüketici Fiyat Endeksi (E-TÜFE) Nisan ayında yüzde 8.68, son 12 aylık artışı ise yüzde 156.86 olarak gerçekleşti. TÜFE yüzde 70’e, vatandaşta ise bıçak kemiğe dayandı.

Anadolu insanının tabiri ile bu enflasyon oranları, fiyatlardaki bu artış nedeniyle milletin midesi sırtına yapıştı.

Merkez Bankası (TCMB) yılsonu enflasyon hedefini 19 puan artırarak yüzde 42.8 olarak açıkladı.

Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati ise önce 2021 yılsonunda enflasyonun Ocak’ta pik yapacağını, daha sonra yaz aylarında düşüşe geçeceğini, en son da “enflasyonu konuşmaya devam edeceğiz” diyerek Aralık ayından sonra düşmeye başlayacağını söylemişti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise Kaşıkçı Davası ile sattığı adaletin bedelini tahsil etmek için gittiği Arabistan dönüşü enflasyonun Mayıs’tan sonra düşmeye başlayacağını söyleyerek, ‘yılsonuna doğru daha olumlu istikamette neticeleneceğini' açıklamıştı.

“İktidarda kaldıkları her gün milletin umutları daha da düşüyor”

Ancak görünen o ki AKP’nin, Erdoğan’ın iktidarda kaldığı her bir gün milletin boğazına giren lokmanın miktarı, cebine giren parası ve maalesef umutları düşüyor.

AKP’nin düşürebildiği tek şey, evlatlarının isteklerini gerçekleştiremediği için anne ve babaların yüzleri… Milletin yüzünü yere eğdiniz!

“Süt artık lüks tüketim!”

Bilindiği üzere geçtiğimiz ay Tarım Kredi Yem önce 14 Nisan’da, sonrasında ise 20 Nisan’da 6 gün arayla yem fiyatlarında zam kararı aldı. Bunun yanında alelacele hayvan yemi sözleşmesi de değiştirilerek sipariş geçilen ürünler de zamlı fiyatla hesaplanmıştı.

Uzun süredir üreticinin temel girdi maliyetlerindeki artışın, fiyat artışını, enflasyonu tetikleyeceği uyarılarına kulak asmayan bir iradenin tercihleri ile maalesef geçtiğimiz günlerde süt fiyatları da zamlandı.

“Son 5 ayda çiğ süte 3 defa zam yapıldı”

Kasım 2021’den beri, yani son 5 ayda çiğ süte üçüncü zam geçen hafta yapıldı. Bu hali ile çiğ sütün yeni litre fiyatı 7,50 TL oldu. Böylelikle kasım ayından bu yana çiğ süt yüzde 134 zamlandı.

Elbette sorunun iki boyutu var; ilki bu artışa rağmen süt üreticisinin halen maliyetleri karşılayamıyor oluşu, diğer ise tüketicinin bu fahiş zamlar karşısında en temel gıda maddelerinden biri olan süt ve süt ürünlerine yaklaşamayacak olması…

İktidar, hurafeye dayalı ekonomi politikaları ile her kesimi mağdur etmeye devam ediyor.

Üretici maliyetleri karşılayamadığı için süt üretmek yerine hayvanlarını kesime gönderiyor. Süt son zamanlarda tüketicinin hem ağzını hem cebini yakıyor.

“Süt ineği kesimi önlenemiyor, et ithalatına devam!”

Malumunuz; dünyada ve Türkiye’de 2007 ve 2008 yılında yaşanan kuraklık nedeniyle, birçok tarım ve gıda fiyatında olduğu gibi yem fiyatları da yüzde 100 artarken, çiğ süt fiyatı 80 kuruştan 40 kuruşa düşmüştü. Hayvancılıkta destekleme sisteminde değişikliğe gidilerek hayvan başına ödemeye geçildi. Üretici, artan maliyet ve azalan destek nedeniyle büyük zarara uğradı. Tarım Bakanlığı’nın verilerine göre, o dönem 1 milyondan fazla süt ineği kesildi. Et üretimi artıyor diye sevinilirken 1 yıl sonra et krizi çıktı. Fiyatlar hızla yükseldi ve Türkiye, 2010 yılında besilik, kasaplık, damızlık hayvan ithalatını başlattı. Ziraat Bankası sıfır faizli kredi verdi. Yeni yatırımlar yapıldı. Daha sonra da kırmızı et ithalatı başladı. İnek kesimi önlenemediği için ithalat devam ediyor.

Bugün ise kuraklıktan değil iktidarın öngörü fukaralığından dolayı benzer bir kriz kapıda bekliyor.

Çiğ sütün yeni litre fiyatı 7,50 TL oldu böylelikle kasımdan beri yüzde 134 zam gelmiş oldu ama buna rağmen inekleri olup süt üreten köylüler ve çiftlik sahipleri memnun değil. Çünkü girdi maliyetleri inanılmaz arttı ve artmaya devam ediyor.

“Kimsenin memnun olmadığı bir dönemi yaşıyoruz”

Çiğ süte yapılan bu zamlara rağmen işletmeler zararda buna karşılık süt ürünlerini işleyip peynir, yoğurt, ayran gibi ürünler yapan sanayiciler de şikâyetçi. Kimsenin memnun olmadığı bir dönemi yaşıyoruz. Bu şekilde devam ederse süt ve süt ürünleri artık lüks tüketim ürünleri olacak.

Yıllardır taksir olmadığını, kasıt olduğunu düşündüğümüz bu politikalarla alakalı ise yalnız bir politika revizyonu değil iktidar revizyonunun da şart olduğunu düşünüyoruz.

En basit hali ile çocuklar süt içebilsin, üreticinin biricik sermayesi olan inekleri kesilmesin diye bu iktidar değişmeli, değişecek diyoruz. Kapsamlı tarım ve hayvancılık reformu şarttır.

“Acaba AKP'nin rant hırsı, para aşkının bir sembolü mü gökdelenler?”

Yüksek Binalar ve Kentsel Habitat Konseyi'nin paylaştığı verilere göre Türkiye gökdelen sayısıyla Avrupa’da birinci sıraya yükseldi. İstanbul ise Avrupa’da en fazla gökdelene sahip şehir oldu.

Bu verilere göre; Türkiye, yüksekliği 150 metreden fazla olan toplam 67 gökdelene ev sahipliği yapıyor. İstanbul ise 48 adet yapımı tamamlanmış gökdelen bulunuyor.

Rusya’da 150 metre yükseklikte 51 gökdelen yer alırken, 150 metreden yüksek bina sayısında İngiltere 33 gökdelen ile üçüncü sırada bulunuyor. Almanya’da 20, İspanya’da 13, Polonya’da 12, Hollanda ve İtalya’da 6, Avusturya’da 3 tane 150 metreden yüksek gökdelen yer alıyor.

Sayın Cumhurbaşkanı her fırsatta "artık dikey inşaat yerine yatay inşaat modelini tercih edeceğiz, ülkeye hep beraber kötülük yaptık" derken bu istatistikler ne anlatıyor? Acaba AKP'nin rant hırsı, para aşkının bir sembolü mü bunlar?

“Bu defa da FETÖ elebaşının mektubunu mu okutacaksınız?

Gündemin sık ve hesaplı biçimde değişimi ile FETÖ ile fotoğrafı olan kişilerin bakan yardımcılığına atanmış olması artık konuşulmuyor.

Ancak biz Demokrat Parti olarak bu meseleyi konuşmaya, 15 Temmuz’da AKP’nin tercihleri ile milli bir risk ödemiş olan milletimiz adına sormaya devam edeceğiz!

17-25 Aralık'ı milat kabul eden ve "Milattan Önce" atama, liyakat kriteri FETÖ ile irtibat, iltisak olan AKP, Milattan Sonra da aynı kriteri uygulamaya başladı.

Bir memuriyette dahi ciddi biçimde güvenlik soruşturması uygulayan devlet aygıtı, AKP’nin liyakat anlayışı ile acaba hangi örgütlü yapılardan kimleri nerelerde, hangi kamu kurumlarında istihdam ediyor?

Öyle bir hale geldi ki, özellikle belirli bakanlıklarda FETÖ Elebaşı ile fotoğraf çektirmiş olmak yeniden referans haline getirildi.

Kendilerine oy verecek kimse kalmadığı, mağdur edilmemiş kimse bırakılmadığı için FETÖ ile başka ülke başkentlerinde görüşmeye mi başladılar acaba?

Her seçim öncesi teröristleri kullanmaya alışmış AKP bu defa FETÖ elebaşının mektubunu mu okutmayı düşünüyor?

Yaklaşan seçimleri demokratik usullerle kazanamayacağını bilen, seçmeni ikna edemeyeceğini bilen AKP, daha önce tecrübe ettiğimiz gibi her yolu deneyeceğini gösteriyor.

AKP değil ama bu sorun artık “yerli ve milli”

Keyfi dış politikaları, siyasi ve sosyolojik hesapları yüzünden Orta Doğu ve sair coğrafyaların birçok toplumsal sorunu artık "yerli." Bu sorunun yarattığı riskler ise "milli."

İktidarın, üretmeden tüketmeye dayalı, Körfez’in sıcak parasına yaslı ekonomi politikasının çöküşü ile “ensar” söylemi arkasına sakladığı “göçmen” simsarlığı, toplumsal bir sorun haline geldi.

Kaynakları ya tüketen, ya swapla ya da KÖİ projeleri ile yandaşı beslemek için iç eden AKP iktidarının “AB’den para alırız” hülyası ile giriştiği “açık kapı” politikası, AKP eli ile zaten eser miktarda kalan huzur ve güven iklimini top yekün yok etti.

Ülkemizin yarım asrı aşan ve AKP’nin anladığından ziyade bir demokratikleşme ve standart amacı olan AB’ye üyelik gayretleri, AKP tarafından “vize serbestisine” indirgenirken, göçmen meselesi ise bir pazarlık unsuru haline getirildi.

Türkiye’nin beşeri sermayesi ve mümbit toprakları, taşıdığı potansiyel AB ile askıya alınan üyelik müzakerelerinde önemsiz hale geldi.

AB için Türkiye bir “göçmen kampı” olarak görülmeye başlandı.

AKP ise İngilizce’de “Money talks” dedikleri, yani “para konuşur” denilen bir anlayış ile AB’den gelebilecek yardım için ülkemizin sınırlarını delik deşik etti.

Bu ise AKP’nin yardımı göçmenler için değil kendi beceriksizliğini örtmek için istediğini gösterdi.

Para "dört"ten büyüktür

AKP İktidarı ve Genel Başkanı Erdoğan, 3 Temmuz 2013 tarihinde Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin devrilmesiyle sonuçlanan darbe sonrası, yakın zamanda parasal kaygılarla sırt çevirdikleri İhvan Hareketi'nden yana tavır almıştı. Uzunca bir dönem, itikadi bir anlayışla Mısır ilişkilerini tanzim eden Erdoğan, bu süre boyunca "dört" anlamına gelen "Rabia" işaretini politik olarak kullanmıştı.

Bugün gelinen noktada, Körfez sermayesinin İhvan Hareketi ile alakalı yaklaşımını benimseyerek "Rabia" demekten vazgeçen Erdoğan'ın, tıpkı "15 Temmuz'u finanse etti" dediği BAE ile yeniden ilişki kurduğu gibi Mısır ile ilişki kuracağı, hatta kurmaya başladığı haberleri gelmekte.

"15 Temmuz'u finanse ettiler" dedikleri Birleşik Arap Emirlikleri ile, Kaşıkçı cinayetinde "katil" olduklarını ikrar ettikleri Suudi Arabistan ile görüşen Erdoğan, nihayetinde "zalim" dediği, "onurumuz var, aynı masaya oturmam" dediği Mısır Devlet Başkanı Sisi ile görüşme arifesinde.

“İlkeli, aklı önceleyen, milli menfaatleri dikkate alan dış politika belirlemek gerekir”

Demokrat Parti olarak Türkiye'nin "ilkeli" ve aklı önceleyen tercihlerle, milli menfaatlerimizi dikkate alan politikalarla dış politika oluşturmasını teklif ve telkin ettik. Bunun yanında yaşadığımız birçok sorunun, özellikle ticari olarak yaşadığımız sorunların, bu "keyfi" anlayış sebebiyle ortaya çıktığını da vurguladık. Şimdi ise eleştirdiğimiz bu ilişkilerin kurulması değil, bunca yıl verdikleri mücadelenin (!) boşuna mı olduğudur.

AKP, sabah hangi tarafından kalkarsa öyle politika belirlerken sadece ticari olarak dahi milletimiz zarar görmüştür. Bunun yanında uluslararası kamuoyunda itibarımız da yerle bir olmaktadır.

Haklı olarak uluslararası kamuoyu şu soruları soracaktır;

“Sisi mi sizin çizginize geldi, siz mi onun çizgisine erdiniz?”

Demokrasi ve insan hakları diyerek karşı tavır aldığınız, adeta hasım haline geldiğiniz Sisi ile yeniden ilişki kurmanızı sağlayan nedir? Sisi mi sizin çizginize geldi, siz mi onun çizgisine erdiniz?

15 Temmuz'u finanse ettiğine yönelik iddianıza ne oldu? Yalan mı söylüyordunuz, başka amaçlarınız mı vardı? Şimdi ne oldu da bu iddianızı unuttunuz?

Biz de tüm bunlar üzerine soruyoruz; AKP için para, dörtten büyük mü?

“AKP’nin tek bildiği RANTİYE!

AKP’nin tek ekonomik değer yaratma yolu olarak bildiği; kirli siyasetlerini kirli RANTİYE kaynaklardan finanse etmek!

KKM ile yoksullaştırdıkları milyonların vergisi üzerinden küçük zengin bir azınlığa kaynak aktardıkları yetmedi şimdi güya ‘dar gelirliye konut müjdesi’ adı altında yine rantiyeyi ödüllendirmeye çalışıyorlar.

Dünya Sefalet Şampiyonu bir ülkede dar gelirli nasıl ev sahibi olacak Sayın Erdoğan?

‘Çin Modeli ile Dış Ticaret Fazlası vereceğiz’ dediler, 2022 yılının ilk 4 ayında Türkiye’yi 32,5 Milyar Dolar Dış Ticaret Açığı verir hale getirdiler!

Bankacılık sektöründe sorunlu kredi enkazının büyüklüğünü tespit etmenin zorlaştığını ifade eden uzmanlara göre, banka yöneticileri dahi batık kredi tutarının hesabını yapamıyor.

TBB raporuna göre, yeniden yapılandırılan kredi tutarı 2018 yılından itibaren çok hızlı bir atış kaydetti.2018'de 100 milyar TL iken,2019'da 146 milyar TL'ye, 2020'de ise 187 milyar TL'ye çıktı.2021 Mart ayında ise bankaların yapılandırdığı borç tutarı 216 milyar TL'yi buldu.

Bankacılık sektöründe, sorunlu kredi tutarı 2021'in ilk üç ayında yaklaşık 50 milyar TL artışla 570 milyar TL'ye yükselmişti. Bankalarda "batık kredi" miktarı 162 milyar lirayı aşmış halde.

Geçen yıl ilk 2 ayda 132 bin kişi kart ve kredi borcundan takibe düşerken bu yıl sayı 367 bine çıktı. Şubat sonu itibarıyla toplamda 4 milyon 138 bin vatandaş yasal takipte bulunuyor.

Tüm bu gerçekler dururken ve "hiperenflasyon" riski varken dün açıklanan "konut kredisi" önümüzdeki dönemde "batık banka" kavramını yeniden gündemimize sokacak.

İktidar borçlandırarak bunca yıl iktidar oldu. Hatta "istikrar sürsün" sloganının altında yatan mesaj da bu; "Bak borçlusun vatandaş, borcunu ödeyebilmen için benim devam etmem şart"

Elbette bunun başka bir yönü daha var; iktidar kaybetme ihtimalini görüp kendisinden sonra bir "enkaz" bırakmak istiyor. Bu şekli ile 7 Haziran seçimleri sonrası uyguladığı koalisyon/kriz propagandasını muhalefet olarak devam ettirme şansına oynuyor.

Tabi bir de "sığınanları asla kovmayacağız" diyerek seçim sürecinde ve sonrasında sığınmacıları toplumsal gerilimin aparatı yapmaya çalışıyor. İktidar kaosa dönük bir seçim çalışmasını başlattı bile.

Dahası kendi sınırları içinde “sığınmacı” istemeyen Avrupa ülkelerine “kovmayacağız” diyerek “bana destek verin, ben gidersem göçmenlerle mücadele etmek zorunda kalacaksınız” demek istiyor.

Türkiye dörtnala felakete gidiyor! Sayın Erdoğan çaresizlik içinde uyguladığı saçma politikalarıyla kendi adına zaman kazanmak için ülkenin, 85 milyonun ödeyeceği bedeli katmerlendiriyor! Bu ülke bu kadar kötülüğü hak etmiyor!

“Kime yarar?”

Bugün ülkemizin içinde bulunduğu gibi -özellikle ekonomik- kriz anları, dünyanın birçok yerinde ve zamanda toplumsal krizlere dönüşmüştür.

Toplumun biriktirdiği öfke, şiddet olarak göçmen/mülteci ya da etnik "farklı" olana yönelmiştir.

Ekonomik krizlerde sorumlu/sorunlu iktidar olarak tespit edilirken, aslen iktidarın sorunlu dış politik ya da sosyolojik tercihleri bir kenara bırakılıp, göçen suçlu ilan edilmiş.

Elbette bu "deşarj"lar hep iktidarların işine yaramış.

Dünyadaki örneklerin ortak yanları şu; çoğunlukla "çoğunlukçu" demokratik ya da otoriter yönetimler iktidarda...

Krizlerin göçmenlere yönelerek "tolere" edildiği yerlerde ise iktidarlar sağlamlaşmış.

Burada ise şimdi benzer şeyler yaşanıyor.

Tüm ülke iktidarın yaptığı hukuksuzlukları, yolsuzlukları bir anda unutup, aslında yine iktidarın kastı ile ortaya çıkardığı göçmen/sığınmacı sorununda göçerleri suçlu ilan ediyor.

"Suçsuzlar" demiyoruz lakin tepkinin muhatabının iktidarın işine gelecek şekilde yanlış tespit edildiğini belirtmek gerek.

Vatandaşların biriktirdiği öfke sığınmacılara yönelik bir toplumsal şiddet hareketine dönüşürse, her "olağanüstü hâl"i fırsat bilmiş bir iktidar için seçimler yaklaşırken "uygun iklim" sağlanmış olur.

Sığınmacıların yarattığı güvenlik risklerini ortadan kaldırmanın yegâne yolu, tercihleri, siyasi ve sosyolojik hesapları ile buna neden olan iktidarın demokratik olarak el değiştirmesidir!

Akabinde ise zaten “geçici” olan bir statü ile ülkemizde bulunan bu insanların ülkelerine dönmesini sağlamak gerekir.

Demokrat Parti olarak ne iktidarın hukuksuzluk ve yolsuzluklarını unutturacağız ne de politik tercihleri ile ülkemize 10 milyon sığınmacı, geçici korumalı ve kaçak göçmenin girmesine neden olarak ortaya çıkardığı toplumsal huzursuzluğu, güvenlik risklerini…

Bu arada AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın toplumsal tepkiyi okuyarak gün aşırı tornistan yaptığı göçmen/sığınmacı meselesinde diğer siyasi partilerin de dahil olduğu gündemi, açlık ve sefaletle boğuşan halkını oyalamak için Romalı Sezarların başlattığı Gladyatör oyunlarına benzetiyoruz.

Erdoğan’ın milleti eylemek, “cambaza bak” diyerek odağını değiştirmek için bu meseleyi kaşıdığını görüyoruz.

Bıyık altından güldüğünü de…

Onun için soruyoruz;

Açlık sınırı 5 bin 263 lira, yoksulluk sınırı ise 14 bin 534 lira iken 4 bin 253 lira olan asgari ücret alan bir aile nasıl geçinir?

Onun için soruyoruz;

128 Milyar dolar nerede?

Onun için soruyoruz;

Kaşıkçı Davasını ne kadar sattınız?

Onun için soruyoruz;

Günlük 45 bin araç garantisi verilen 1915 Çanakkale Köprüsü'nden geçmeyen araçların bedelini cebinden mi ödeyeceksin?

Onun için soruyoruz;

Utanmanız kaldı mı?

http://www.ankaramasasi.com/haber/1493945/neslihan-cevik-tufe-yuzde-70-bicak-kemige-dayandi
İlginizi Çekebilir

Yorumlar (0)

Yorumunuz İletilmiştir.